Madem gazeteciyiz, kendimizi de eleştirmeliyiz!
Şahin Yaldızlı
1961 yılında 212 sayılı Fikir İşçileri Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle birlikte, 1962 yılından 1971 yılına kadar ülkemizde 10 Ocak günleri “Çalışan gazeteciler bayramı" olarak bilinir ve kutlanırdı.
1971 yılında yaşanan askeri müdahaleden sonra Türkiye’de çalışan basın mensuplarına ait bazı haklar geri alınmıştır. O süreçten sonrada ülkemizde 10 Ocak günleri "Çalışan gazeteciler günü" olarak değiştirilmiştir.
Bu nedenle Türkiye’de çalışan gazeteciler için 10 Ocak günleri özel bir gün olarak bilinir. Bu özel günde de yazıma başlarken, kendisine mesleği aşk edinmiş tüm basın emekçilerinin gününü kutlamayı borç bilirim.
Asgari ücretle çalışan gazetecinin de mesaisi olmaz!
Madem 10 Ocak gazeteciler için özel bir günü, o zaman bugün yazacaklarım da özel gün dolayısıyla hoş görülür diye ümit ediyorum. Aslında Türkiye’de çalışan gazeteciler olarak birçoğumuz hayattaki refah seviyemizden memnun değiliz. ‘Gazeteciliğin mesaisi olmaz’ derler. Biz de o bilinçle çalışır, emek veririz.
Ancak ay sonunda aldığımız ücret, bizi öldürmez ama yaşatmaz da.
Birçoğumuz asgari ücretten hayıflanırken, asgari ücretin altında çalışanları düşündüğümüzde şükretmek durumunda kalıyoruz…
Gazeteci değil, halkla ilişkiler
364 gün boyunca hem kendimizden, hem de ailemizden feragat ederek canla başla çalışırken, halkın hakkını savunmak yerine, patronların çıkarlarını korumaya çalışıyoruz.
Dürüst olmak gerekirse, bugün Türkiye’de gelinen noktada gazeteciliğin yerini maalesef ki, ‘halkla ilişkiler’ aldı. Yasama, Yargı ve Yürütme’den sonra dördüncü bir güç olan basın, üzülerek belirtiliyorum ki, reklam veren kurumların sözcüsü ya da savunucusu konumuna gelmiş vaziyette.
Şu an için birçok gazeteci haber yaparken toplum yararının unutup, işverenin yararını düşünmek zorunda kalıyor. Şu da bir gerçek, işverenin de eli kolu bir yerde bağlanıyor. Haber yapsa, kurumlardan aldığı ilanlar kesilir, yapmazsa toplum tarafından eleştirilir.
Bunun sorumlusu kim diyeceksiniz?
Patronlar ve çalışan meslek büyüklerim kızacak ama bunun sebebi yine biziz. Mesleğimizin değeri şu an nerdeyse kalmadı. Bir haberi yapmayı planlarken, toplum yararından ziyade, ‘kurumlar bize darılır mı?’ diye düşünüyoruz, düşünmek zorunda kalıyoruz.
Aslında mantık düz, iş de kolaydır. Haber doğru, bilgiler teyitli ve toplum yararına olacak bir durum varsa, etik ilkeler gözetilerek haber yapılır. Ancak bu durum pratikte pek de mümkün olmuyor. Hal böyle olunca da elimizi kaptırdığımız kurumların sözünden dışarı çıkamıyoruz…
İstediğimiz hediye değil, saygı..!
Aslında bu durumdan gazeteciler adına söz sahibi olan cemiyetlerin de payı var. Türkiye’de gazetecisini savunan, bir gazeteci işten atıldığında ya da tehdit edildiğinde ses çıkaran çok az cemiyet var. Hâlbuki unutuyoruz, biz dördüncü gücüz. Biz kurumlara değil kurumlar bize muhtaç.
Aslında istediğimiz hediye ya da başka bir şey değil. Sadece siz kurumları eleştiren bir haber yaptığımızda (doğru ve etik ilkelere uygunsa) saygı duymasını bilin. Eminim gazetecilik mesleğine gönül veren biri için işini hakkıyla yaptığı müddetçe her gün 10 Ocak’tır…