Ramazan Sayar

Rabi'a-Tül Adeviyye Menkıbeleri (2)

Ramazan Sayar

İki Müslüman Hazreti Rabi’a’yı ziyarete geldiler. Karınları çok açtı ve 
İçlerinden: “ Bu Saliha hanımın yemeği helaldir.” Diye düşünüyorlardı. Zaten O’da, 
misafirlere yemek hazırlamaya kalkmıştı. Tam o sırada kapı çalındı. Dışarıdaki: - Allah rızası için birkaç lokma! Diye seslendi. Hazreti Rabi’a evdeki iki ekmeği de O’na verdi. Fakir sevine sevine gitti. Evde hiç ekmek kalmadı. Abdest, namaz ve sohbetle vakit geçiriliyordu. Bir saat kadar sonra tekrar kapı çalındı. Kapıda bulunan kimse bir sürü ekmek taşıyordu. Hepsini Hazreti Rabi’a’ya teslim etti. O’da hiç adeti olmadığı halde ekmekleri saydı ve – Bunların iki tanesi eksik. Yirmi olmaları gerekirdi. Diye konuştu. Getiren kimse sıkılarak koynundan iki ekmeği çıkarıp şöyle söyledi: - Her halde yanlışlıkla buraya koymuşum. Evde bulunan misafirler şaşkınlıkla: - Ya Rabi’a… Karnımız çok açtı. Senin lokman helaldir diye, yemeğe niyetlendik. Fakat kapına gelen fakire her şeyini verince, ne yapacağımızı şaşırdık. Beklerken yiyeceğimizden fazla ekmek getirdiler. Ama bu seferde iki tane eksik diye almak istemedin. Bu işin sırrını anlayamadık? Dediler. O’da şu cevabı verdi. – Sis gelir gelmez aç olduğunuzu renginizden anladım. Kapıdaki fakire evdeki ekmekleri verirken; Bu kadarı zaten misafirleri doyuramazdı. Ey Allah’ım… Sen Kur’an-ı Kerim’in En’am suresi 160. ayeti kerimesinde ( Bir’e 10 vereceğim) buyuruyorsun. Ben de 1’e 10 istiyorum Yarabbi… Niyazında bulunmuştum. O yüzden ekmekleri saydım. 18 çıkınca 2 tane eksik olduğunu söyledim. Çünkü Allah’ü Teala’nın sözünün hak olduğuna imanım tamdır. Buyurdu.
* * *
Hazreti Malik Bin Dinar da, bir defa ziyaretine vardı. Rabi’a Hazretleri yaşlı haliyle, her zamanki gibi abdest aldı. Kırık testisinden birkaç yudum da su içti. Malik dikkat edince gördük ki yerde bulunan hasırı çok eski yastığı ise kerpiçten idi. İçi yandı sızladı ve – Ya Rabi’a… Benim zengin tanıdıklarım var. Kabul edersen onlardan sana bir şeyler alıvereyim. Teklifinde bulundu. O Saliha Müslüman bütün ihlasıyla: - Ya Malik… Onlara da bana da rızkımızı veren Allah’ü Teala değimlidir? Allah zenginleri zengin olduğu için hatırlayıp, fakirleri, fakir olduğu için unutur mu sanıyorsun? Diye sordu. Hazreti Malik üzülerek – Hiç öyle şey olur mu? Dedi Hazreti Rabi’a da: Mademki Rabbım, halimi görüyor ve biliyor. O halde benim hatırlatmama ne lüzum var… O böyle olmamızı istiyor; bizde O’nun istediğini istiyoruz. Buyurdu ve şöyle dua eyledi: - Ya Rabbi… Eğer sana cehennem korkusu ile ibadet ediyorsam; beni cehenneme at. Eğer sana cennete girmek ümidiyle kulluk ediyorsam; bana cenneti gösterme. Eğer sana, yalnız rızanı kazanmak için ibadet ediyorsam, şu aciz kulunu da baki olan cemalinle müşerref eyle, Allah’ım… 
*  *  *
Hazreti Rabi’a, bir gün Hasan Basri hazretlerinin evi önünden geçiyordu. Yüzüne değen, gözyaşları hissetti. O sırada damda bulunan ve Allah’ü Teala muhabbetiyle Hazreti Hasan Basri’nin göz yaşlarını rüzgar aşağıya uçurmuştu. Damlaların nereden geldiğini fark eden Hazreti Rabi’a: - Ey Şeyhül Meşayih… Gözyaşlarını halktan sakla ki, riyadan emin olasın. İçinde bir derya meydana gelsin ve Allah’ü Teala’nın muhabbetiyle kaynasın. Buyurdu. Bu sözü unutmayan Hasan Basri hazretleri bir gün O’nu su kenarında görünce: - Ya Rabi’a… Gel namaz kılalım. Teklifinde bulundu… Ve seccadesini su üzerine bıraktı. Sonra da iki rekat namaz kıldı. Hazreti Rabi’a ise; seccadesini hava üzerine bıraktı… Ve namazı bitirdikten sonra: - Ya Hasan… Senin ettiğini balıklar; benim yaptığımı ise sinekler bile yapar. Buyurdu.   
*  *  *
Hazreti Rabi’a’nın evine ikindi vakti bir misafiri geldi. Oruçlu idiler. Çömlekte bir parça et vardı. Fakat sohbet sebebiyle misafirin yanından ayrılamadı. Çok derin manalara daldılar. Akşam oldu namazı kıldılar. Yemek akıllarına geldi. Hazreti Rabi’a bir şeyler hazırlamaya yeltendi. Gördü ki; çömlekte bulunan et (Allah tarafından) kaynamakta. Halbuki altında ateş yok idi. Birlikte iftar ettiler. Karnı doyduktan sonra misafiri: - Hayatımda hiç bu kadar lezzetli yemek yememiştim. Dedi. Ev sahibesi de: - Sıdk ile Allah’ü Teala’nın rızasını dileyenlere; işte böyle aş pişirirler. Buyurdu.
*  *  *
Rabi’a hazretleri iyice ihtiyarlamıştı. Bir gün gene Hasan Basri hazretleri sordu ki: - Yokluğu nasıl buldun? – Kendimi Cenab-ı Hakk’a telsi ve işlerimi O’na havale eylemekle… Cevabını verdi. O zaman Hasan Basri hazretleri rica etti. – Ey Rabi’a… Mahlûkun değil de, Halikın gönlüne ihsan eylediği o ilimden bana da bir harf öğret… Hazreti Rabi’a gayet ciddi: - Ya Hasan… Cariyelikten (kölelikten) kurtulalıdan bu tarafa iplik eğirir satarım… Görünüşte geçimim… Asla iki akçayı hiçbir zaman bir elime almadım. Mutlaka birini sağ, öbürünü sol elime koydum. Çünkü korktum ki: İkisini üst üste koyarsam Hak Teala yolundan ve Marifetullah’tan mahrum kalırım. Akçaları üst üste yığan, bu ilimden bir nebze öğrenemez. Buyurdu. Ve Hasan Basri hazretlerine şu üç nesneyi verdi. Bir mum, bir iğne ve bir kıl… Demek istiyordu ki: - Mum gibi, etrafı aydınlat. İğne gibi çalışkan ol. Kıl gibi incelinceye kadar riyazet çek, ibadet eyle
*  *  *
Hazreti Rabi’a ağlıyordu… Sordular. – Ey Rabbı’nın sevgili kulu… Niçin ağlıyorsun? Üstelik Rabbınla yakınlığın varken… Cevaben buyurdu ki: - Sizler ne söylüyorsunuz… Ben ise ayrılıktan korkmaktayım. Çünkü ölüm anında Allah’ü Teala: - Bana gerekmezsin Ey Rabi’a. Buyurursa halim nice olur… Eyvah, Eyvah. Diyerek ağlamaya devam eyledi.   
*  *  *
Yaşı sekseni bulmuştu. Yollarda kendi kendine yürüyebiliyordu. Fakat yaşlılık sebebiyle güçlük çekmekteydi. O kadar ki görenler ha düştü ha düşecek zannediyorlardı. Buna rağmen hiç kimseden yardım istemezdi. Son günlerinin yaklaştığını hissedince sevdiği Abede Binti Şevval’ı çağırttı ve: - Vefat ettiğim zaman beni şu beze sar ve defn ettir… Diyerek her zaman yanında taşıdığı kefenini O’na verdi. Vasiyette bulundu. Vefat anı geldiğinde başucunda bekleyen ziyaretçilere; - Burayı boşaltınız ki, Allah’ü Teala’nın melekleriyle yalnız kalabileyim. Buyurdu. Oradakilerin hepsi dışarı çıktılar. İçeriden Kur’an-ı Kerim’in (fecr suresi) 27, 28, 29, 30. cu ayeti kerimeleri duyuluyordu. “……Ey mutmaine nefs… Razı olmuş ve razı olunmuş şekilde Rabbı’na dön… Has kullarımın arasına katıl ve cennetime gir… Buyuruluyordu. Bir müddet sonra sesler kesildi. İçeri girdiklerinde gördüler ki: Hazreti Rabi’a tül Adeviyye temiz canını Hakk’a ısmarlamıştı

Yazarın Diğer Yazıları