Ramazan Sayar

Rabi'a-Tül Adeviyye Menkıbeleri (1) 

Ramazan Sayar

Döneminin en bilgili, en faziletli, en yüce ruhlu ve en duygulu, yalnız ilahi aşk içinde yüzen ve ilahi aşkı terennüm eden kadın evliyaların en büyüklerinden olan Rabi’a-tül Adeviyyenin menkıbelerinden bir kısmını sunalım. 

Hazreti Rabi’a küçücük bir evde kalıyor, bütün vakitlerini ibadet ve taatle geçiriyordu. Ekseriye her gün ve gecede bin rekat namaz kılardı. İhmal etmediği bir şeyde; kefenini yanından ayırmamasıydı. Namaz kılacağı zaman kefenini yere serer üzerine secde ederdi. Onu kefensiz olarak hiç kimse görmemiştir. 

Bir gece evinde namaz kılarken geç vakit hasırın üzerinde uyuyakaldı. Bu sırada eve hırsız girdi. Her tarafı aramasına rağmen alınacak, çalınacak bir şey bulamadı. Çıkacağı zaman gözüne Rabi’a hazretlerinin dışarıya çıkarken örtündüğü örtüsü takıldı. Bari şunu alayım dedi. Dediğini yaptı. Fakat dışarı çıkmak isterken kapıyı bir türlü bulamıyordu. Geri dönüp örtüyü geri astı. O zaman kapıyı kolayca buldu. Kapıyı bulunca tekrar örtüyü almak istedi. Fakat dışarı gene çıkamadı. Bu hal tam yedi defa tekrarladı. Son defa örtüyü ele alınca şöyle bir ses işitti. Ey adam kendini yorma. Rabi’a yıllardır kendini bize ısmarladı. Şeytan bile O’na yaklaşma gücü bulamazken; hırsız eşyasına dokunabilir mi? O uyusa da dostu uyanık ve O’nu korumaktadır. Hırsız bu olay üzerine çok korktu ve tövbe etti. Hazreti Rabi’a buyurdu ki: işlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyiniz.
* * *                
Bir gün Hazreti Rabi’a’ya yemek pişirmek istediler. Çünkü uzun zamandır sıcak aş görmemişti. İç yağını erittiler. Soğan lazım oldu. Evde yoktu. Komşudan isteyelim dediler. Hazreti Rabi’a ise: “Ben de babam gibi Allah’ı Teala’dan başka kimseden bir şey istememeye söz verdim.” Buyurdu. O sırada gökten bir kuş indi. Ayaklarında tuttuğu bir deste soğanı bıraktı. Fakat O Saliha Hatun Hazreti Rabi’a: “ Bu İlahi bir imtihandır. Rabbımın azabından emin değilim.” Diyerek soğanı yağı bıraktı. Kuru ekmeği, tuzla yedi. 
* * *                                                
Hazreti Rabi’a dağlarda ağlayarak gezerken etrafında geyikler, canavarlar dolaşıp duruyorlardı. Aniden Hasan Basri hazretleri çıkageldi. O’nu gören hayvanlar ürküp kaçtılar. Hasan Basri hazretleri bu duruma üzüldü ve “ Ya Rabi’a… Bunlar benden niye kaçtılar.” Diye sordu. O’da şu cevabı verdi. “ O geyiklerin kardeşlerinin iç yağından yemişsin. Niye kaçmasınlar.  
*  *  * 
Bir kişiyi başına tülbent bağlamış olarak gördü ve sordu. Niçin bağladın? Başım ağrırda ondan. Kaç yaşındasın? Otuz. Otuz yıldır sağlıklı iken başına hiç şükür tülbendi bağladın mı ki?... Birkaç gün hasta olunca şikayet tülbendi bağlıyorsun!... Gene sordular. Ya Rabi’a… Bir kulun Allah’ü Teala’nın takdirine razı olup olmadığı, nasıl anlaşılır? Gelen nimetlerden zevk aldığı derecede, gelen musibetlerden de zevk aldığı zaman… Buyurdu.
*  * *                                                               
Çok günlerini oruçlu geçirirdi. Bir keresinde bir hafta hiç yiyecek bulamadı. Su ile iftar etti. Nihayet sekizinci gece nefsine eziyet ettiğini düşünürken kapıya birisi geldi. Elinde bir tabak yemek vardı. Tabağı yere koydu. Karanlıkta ışık yakmaya gitti. Döndüğü zaman kedinin yemeği döktüğünü gördü. Hiç olmazsa su getireyim diye tekrar içeri girdi. O sırada rüzgardan ışık sönüverdi. Su içeyim derken bardak kırıldı. Bunun üzerine ellerini açarak: “Yarabbi! Şu zavallı kulunu imtihan ediyorsun. Acizliğim sebebiyle artık sabredemiyorum.” Diyerek can-ü gönülden bir “ah” çekti. O’nun ah’ı sebebiyle neredeyse ev yanacaktı. Derhal bir nida işitti ki: “Ey Rabi’a… Ah edip feryad eyleme. İstersen bütün dünya nimetlerini üstüne saçalım. Seni dert ve sıkıntıdan kurtaralım. Yalnız unutma ki dünya nimetleriyle benim sevgim bir arada olamaz.” Hazreti Rabi’a; bu hitap karşısında titremeğe başladı. Dünyadan büsbütün yüz çevirdi.  
*  *  *
Her namaza başlarken: “ Bu benim son namazımdır.” Diyerek, inlerdi. İnlemesi aralıksız devam ederdi. Sordular ki: “ Ey ahiret Hatun’u!... Görünürde hiçbir  hastalığın yok. Niçin böyle inlersin?”  Evet. Görünürde hastalığım yoktur ama içimde bir dert var ki, tabipler hiç ilaç bulamazlar. “Peki. Derdinin dermanı nedir?” Derdimin dermanı Allah-ü Teala’ya kavuşmaktır. Buyurdu. 
Bir defa ısrarla sordular. Ey Rabi’a! Niçin evlenmezsin?  Cevaben buyurdu ki: size üç sıkıntımı bildireceğim. Eğer beni bu sıkıntılardan kurtarabilirseniz dediğinizi yaparım. 1- Son nefesimde imanımı kurtarabilecek miyim? – Bilemeyiz. 2- Kıyamette, amel defterimi sağ tarafımdan mı, sol tarafımdan mı verecekler? – Bilemeyiz. 3- Ahirette hesaplar görüldükten sonra; bir bölük cennete giderken, bir bölükte cehenneme gidecek. Ben hangi bölükte olacağım? – Bilemeyiz. Bu cevaplar üzerine Hazreti Rabi’a da: - O halde önümde böyle dehşetli günler varken evlenmeyi nasıl düşüneyim. Cevabını verdi.

Yazarın Diğer Yazıları