Ramazan Sayar

İslam Kardeşliği

Ramazan Sayar

Hicret deyince ben Medine de ilk “İslam Kardeşliği’nin’’ gerçekleştiğini hatırlarım.

Allah’a ve onun gönderdiği peygamberine inanan insanlar her zaman kardeş olmuşlardır. Müslümanlıkta her yönüyle İslam kardeşliğinin uygulandığı yer, hicretten sonra Medine olmuştur. 

Peygamberimizin Medine’ye girişi büyük sevinç, coşku ve heyecanla karşılanmıştı. Çocuklar bayramlık elbiselerini giymişti, kızlar ellerindeki deflerini çalıyorlar, kadınlar da Medine’nin düz damlarına çıkmış şarkılar söylüyorlardı. 

Seniyyet-ül Veda’dan Bedir doğdu üstümüze 
Hakk’a davet ettikçe şükür vacip oldu üstümüze  

Sen bize gönderilen Emrullah’ı getirdin 
Medine’ye hoş geldin şeref verir davetin 

Herkes büyük peygamberi evine misafir etmek ve bu şerefe nail olmak istiyordu. Kusva adlı devesinin yularına sarılarak: “Buyurun Ya Rasulallah, bize gidelim.” Diyenlere gülümseyerek: “Bırakınız o görevini bilir.” Deyip onları hoş tutuyordu. Kusva adlı deve önce boş bir arsaya çöktü. Az sonra kalktı. Burası iki yetimin idi. Peygamberimiz bu arsayı satın aldı. Üzerine Mescid-i Nebevi’yi ve yanında kendisinin ve ailesinin kalacağı odalar inşa etti. Kusva adlı deve ikinci defa çöktü ve tatlı tatlı bağırdı. Peygamberimiz üzerinden indi ve: “İnşallah kalacağımız yer burasıdır.” buyurdu. Orası Ebu Eyyüb el Ensari hazretlerinin evine yakındı. İki katlı bir evdi. Peygamberimiz alt katı tercih etti. Fakat bir müddet sonra Ebu Eyyüb el Ensari üstte oturmaktan son derece rahatsız oldu. Hatta bir defasında su kabı kırılmıştı. Aşağı bir damla bile su akmasın diye en kıymetli örtülerini hemen suyun üstüne atarak önlem almışlardı. Peygamberimize: “Ya Rasulallah, size vahiy geliyor. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri üzerinde ben oturmaktan sıkılıyor, üzülüyorum.” Diyerek peygamberimizi yukarı kata çıkmaya razı etti. Yaptıkları yemeklerden peygamberimize götürürlerdi. Bir gün soğanlı, sarımsaklı bir sebze yemeği yapmışlardı. Yemeğe hiç el sürülmediğini görünce, peygamberimize sebebini sordular. “Ben meleklerle konuştuğum için yemedim. Siz yiyin.” Buyurdu. Yine bir gün peygamberimiz ve Hz. Ebubekir’e yetecek kadar yemek hazırlanmıştı. Peygamberimiz, Ebu Eyyüb el Ensari’nin otuz kişi davet etmesini istedi. Otuz kişi yedi içti yemek eksilmedi. Sonra altmış kişi davet edildi. Yediler, içtiler yemek eksilmedi. Sonra doksan kişi davet edildi. Yediler, içtiler yine eksilmedi. Böylece yüz seksen kişi yemesine rağmen yemek eksilmeyince peygamberimizin mucizesini gördüler ve imanları daha güçlendi.  

Peygamberimiz Medine’de daha sıkı bir bağlılığın tesisi için Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacirlerle, Medine’de onları evlerinde barındıran Ensar ile birbirine kardeş yaptı. Hz. Ali en sona kalınca unutulduğunu sanarak: “Ya Rasulallah, beni unuttunuz mu?” Diye sormuştu. O zaman âlemlerin efendisi: “Sen dünyada ve ahirette benim kardeşimsin.” Buyurmuştur. Bu kardeşlik maddi ve manevi yardımlaşma esasına dayanıyordu. Peygamberimiz her muhaciri mizacına uygun olan bir ensar ile kardeş yapmıştır. Ensar; kardeşlerine evlerini, mallarını, bahçelerini, bağlarını, arazilerini neleri varsa ikiye ayırıyor, seve seve veriyordu. Böyle bir fedakârlık ancak İslam Kardeşliğinde olurdu. 

Nitekim Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de: “Müminler ancak kardeştir.” (Hucurat–10) buyurarak bunun sadece madde ile değil iman ve inançla olabileceğine işaret ediliyordu. Ensar ve Muhacir bu yeni İslam merkezinde el ele gönül gönüle vererek İslam dininin kuvvetlenmesi için her fedakârlığa katlandılar ve sonunda şahadet mertebesine kavuşmak için söz verdiler. 

Huzeyfe-tül Adevi anlatıyor: “Yermük harbinin kızıştığı günlerden birinde bunaltıcı bir çöl sıcağı vardı. Güneş, alnından vurulup kumlara serilen taze şehitlerin ölülerini kavuruyor, ortalığı pişmiş et kokusu sarıyordu. Kızgın ve durgun hava, kan kokuyordu.” Diye devam eden gerçek hikâyeyi Mehmet Akif Ersoy, Safahat’ta şöyle anlatıyor: 

Yaman kızıştığı bir gündü, pek sıcak bir gün    
İkindiüstü biraz gevşeyince sanki kıtal 
Silahı attım elimden, su yüklenip derhal  
Mücahidin arasından açıldım imdada 
Ağır yarayla uzaklardan kalan efrada  

Ne mahrekeydi ki çepçevre göğsü kandı yerin  
Hüda’ya kalbini açmış yatan bu gövdelerin 
Şehidi çoksa da gazisi hiç mi yok? Derken  
Derin bir inleme duydum, fakat bu ses nereden 
Sırayla okşadım sineler bütün bî ruh 
Meğerse amcamın oğluymuş inleyen mecruh   

Dedim “biraz su getirdim içermisin versem” 
Gözüyle “ver” demek isterken arkadan bir elem 
Enine başladı baktım nigah-ı merhameti 
 “Götür” deyip bana imada ses gelen ciheti 
Ne yapsam içmeyecek, boştu anladım İbram 
O yükselen sese koştum ki As’ın oğlu Hişam 

Görünce gölgemi birden kesildi nevhalar 
Su istiyordu garibin dönüp duran nazarı 
İçirmek üzere eğildim, üçüncü bir kısa “ah” 
Hırıltılarla boşanmaz mı karşıdan nagah 
Hişam’ı gör ki o halde kaşlarıyla bana 
“Ben istemem hadi git ver diyordu haykırana” 

Epey zaman aradım ah eden o muhtasarı 
Yetiştim ah kavuşmuştu hakka son nazarı 
Hişam’ı bari bulaydım dedim hemen döndüm 
Meğer şikârına benden çabuk yetişmiş ölüm 
Demek ki amcamın oğlunda vardı varsa ümit 
Koşup hizasına geldim o kahraman da şehit. 

“Din kardeşine sevgiyle bakan kimseyi Allah bağışlar. Din kardeşine gıyabında yardım eden kimseye Allah hem dünyada hem de ahirette yardım eder.” Hadisleri din kardeşliğinin önemine işaret etmektedir. 

Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye “Siyah kadının oğlu” demişti. Durum peygamberimize iletildi. Bu sözü duyunca: “Hakikaten sen öyle bir adamsın ki, sende henüz cahiliye devri kalıntıları var. O’nu annesi ile mi ayıplıyorsun.?” Buyurdu. Yaptığına çok üzülen Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’nin geçeceği kapının eşiğine başını koyarak: “Ya Bilal, ayağını yüzümün üzerine basmadığın müddetçe yerden başımı kaldırmayacağım.” Dedi. Bilal-i Habeşi ise: “Kalk kardeşim, bu baş çiğnemeye değil öpülmeye layıktır.” Diyerek kaldırdı. Sarıldılar, gözyaşları arasında helalleştiler. 

“Bir kişi sadece Allah rızası için bir din kardeşini ziyaret ederse Allah ona cenneti vacip kılar. İmanın en sağlam bağı Allah için vermek ve Allah için buğzetmektir. Nefsim yed-i kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız.”  

Asıl olan soy kardeşliği değil yol kardeşliğidir. Bu yol Allah’ın yolu, bu yol peygamberimizin yolu, bu yol islamın yoludur.  

Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol. 
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

Yazarın Diğer Yazıları