Ramazan Sayar

İbrahim Bin Ethem Hazretleri (2) 

Ramazan Sayar

İbrahim Bin Ethem hazretleri Merv şehrinden ayrıldı Nişabur’a geçti. Kimse tanımasın diye bir mağaraya girdi. Tam dokuz yıl o mağarada yaşadı. Bütün günlerini ibadet ve tatla geçiriyordu. Yalnız Perşembe günleri mağaradan çıkıp dağda odun toplardı. Sonra odunları Nişabur pazarında satıp parayı dervişlere dağıtıyordu. Cum’a namazını kıldıktan sonra tekrar mağarasına dönerdi. Namaz ve orucuna devam ederdi. Mağarada bulunduğu bir gece yıkanması icabetti. Zemheri (yılın en soğuk) günleriydi. Buzları kırmak yoluyla boy abdesti alabildi. Ve seher vaktine kadar ibadet etti. Sabaha karşı soğuktan donmak üzere iken: - Ne olaydı sırtımda bir kürküm bulunaydı… Diye düşündü. Aniden sırtında bir kürkün varlığını hissetti. Derhal Allah’ü Teala’ya hamd etti, şükretti. Mağarada kalması uzayınca halk O’nun kerametlerini öğrenir oldu. Bunu fark eden Şeyh de oradan uzaklaşmayı uygun gördü. Dokuz yıl kaldığı o mübarek mağarayı terk etti. Nişabur’da hala orası; İbrahim Mağarası” olarak bilinmektedir.  

* * *
Ziyaret ve Hac niyetiyle Mekke-i Mükerreme’ye doğru yollara düştü. Sahrada giderken bir kişiye rastladı. O kişi “İsm-i Azam” duası okuyordu. İbrahim Bin Ethem hazretlerine de öğretti. Artık Allah’ü Teala’dan ne istese bu dua ile yanında buluyordu. Daha sonra Hızır’a(as) rast geldi. Sarayda kendisine doğru yolu gösteren bu Zat’ı hemen tanıdı. Selamlaştılar. Hızır (as): - Ya İbrahim! Sana “İsm-i Azam” duasını öğretenin kim olduğunu biliyor musun? Diye sordu. – Hayır. Pek merak ediyorum. Çünkü o dua ile rabbımdan her ne istesem yanımda buluyorum. Dedi. Hızır (as) gülerek: - O benim kardeşim; İlyas (as) idi. Cevabını verdi. Kendisine birçok nasihatler verip, O da kayboldu. Nişabur’dan ayrıldıktan epeyce sonra “İbrahim Mağarasını” ziyaret eden büyük bir zat: - Sübhanallah. İbrahim Bin Ethem Hazretleri ne mübarek bir kimse imiş. Eğer bu mağarayı ağzına kadar, misk ile doldursalar; bu kadar güzel kokmazdı. Diyerek hayretini ifade etmiştir.  

*  *   *                                             
Allah rızası için her şeyini feda eden eski “Belh Padişahı” çöllerde uzun müddet yol aldı. Tam on dört sene sonunda Mekke-i Mükerreme’yi görebildi. Çünkü az bir yol gittikten sonra duruyor, iki rekat namaz kılıyordu. Böyle bir Zat’ın gelmekte olduğunu öğrenen “Harem-i Şerif” alimleri O’nu karşılamaya çıktılar. Kıymetli bir kişi gelirken O’nu şehir dışında karşılamayı adet haline getirmişlerdi. İbrahim Bin Ethem Hazretleri ise kimse kendisini tanımasın diye bir kafile arasına saklanmıştı. Karşılayıcılardan biri, tesadüfen O’na yaklaşıp: - Ey Müslüman. Acaba İbrahim Bin Ethem Hazretleri’de geliyor mu? Diye sordu. O hayretle: - Ne yapacaksınız. Bırakın şu kötü adamı! Deyiverdi. Bunu hiç beklemeyen karşılayıcılar O’na bir tokat attılar ve: - Asıl kötü sensin. Çünkü öyle kıymetli bir Zat’a “kötü” demek cüretinde bulunuyorsun. Dediler. O gülerek – Evet bende aynı şeyi söylüyorum. Karşılığını verdi ve kendi kendine: - Ey İbrahim. Sen ne ahmak ve cüretkarsın. Mekke alimleri seni karşılasın mı diyorsun. Halbuki onlar mübarek ve muhterem kimselerdir. Ama sen de layık olduğun şeye kavuştun! (tokadı yedin). Diye düşünüyordu. Bütün bunlara rağmen kendisini tanıdılar ve özür dilediler. İbrahim Bin Ethem hazretleri Kabe’ye yüzünü gözünü sürdü. Ziyaret ve tavaflardan sonra, bir müddet Mekke’de kaldı. Kendisine dost-ahbap buldu. Marangozlukla uğraşır helal para kazanırdı. Kazandığının çoğunu sadaka verir, ibadet ederdi.

Yazarın Diğer Yazıları