
Hicret
Ramazan Sayar
Takvimler güneş ve ay sistemine göre olmuştur. Güneşin hareketine göre olan takvime MİLADİ Ayın hareketine göre olan takvime de HİCRİ denir.
Hicri takvimin kullanılması Hz. Ali'nin teklifi üzerine Haz. Ömer'in halifeliği zamanında hz. Muhammed'in (as) Mekke'den Medine'ye hicreti 1.yıl olarak kabul edilmiştir.
Hicretin bundan dolayı önemi çok büyüktür.
HİCRET deyince ne anlıyoruz? Ne hatırlıyoruz?
Hicret deyince ben; peygamberimizin, Hz. Ebubekir’in evine gelerek: “Ya Ebubekir hicret için ilahi emri aldım.” buyurduğunu, birlikte hicret edeceklerini, Hz. Ebubekir’in hazırladığı iki deveden birisinin parasını peygamberimizin ısrarla verdiğini, Hz. Ebubekir’in de almak mecburiyetinde kaldığını hatırlarım.
Hicret deyince ben; peygamberimizin Mekke’den ayrılırken: “Ey Mekke, bütün dünyada en çok sevdiğim yer senin topraklarındır. Fakat senin evlatların beni senin duvarların içinde huzur içinde bırakmıyorlar.” Buyurduğunu hatırlarım.
Hicret deyince ben; peygamberimizin, denizde kazaya uğrayan yani alabora olan bir geminin kaptanı gibi, önce bütün Müslümanları Mekke’den Medine’ye gönderdiğini, kendisinin en sonraya kaldığını, bu tehlikeleri tamamen göze aldığını hatırlarım.
Hicret deyince ben; ilk gününden itibaren yolculuğun akılla, mucizelerle dolu olduğunu, peygamberimizin Hz. Ali’yi yatağına girdirerek, eli silahlı, sopalı gençlerin üzerine “Yasin” okuyup bir avuç kum atarak ayakta uyuttuğunu ve etrafında oyalattığını, Hz. Ebubekir’in evinin arka .kapısından çıkarak Medine’nin tersi istikametine Yemen’e doğru yol aldıklarını, Sevr mağarasında üç gün üç gece kaldıklarını hatırlarım.
Hicret deyince ben; peygamberimizin doğum gününün pazartesi günü olduğunu, ilk vahyin gelişinin yani peygamberlik görevinin başlamasının da pazartesi günü, hicretin başlangıç gününün pazartesi ve peygamberimizin ruhunun Yüce Dost’a ulaşmasının da pazartesi olduğunu hatırlarım.
Hicret deyince ben; peygamberimize Hira mağarasında ilk vahiy olan “”Oku” (Alak–1) emri ve ikinci vahiy “İnsanları uyar.” (Müddessir–2) ayetlerinden sonra durumu Kâbe’de Varaka Bin Nevfel’e anlatınca: “Sen bu ümmetin peygamberi olacaksın. Sana gelen Hz. Musa’ya gelen büyük melektir. Sana yalancı diyecekler, eziyet edecekler, yurdundan çıkaracaklar. Seninle harp edecekler. Ben şayet o günlere yetişirsem sana Allah için yardım ederim.” Sözlerini hatırlarım.
Hicret deyince ben; Mekke’de kimsesi olmayan gariplerin çektikleri eza ve cefaları, aç ve susuz bırakılmalarını, dövülmelerini, kızgın kumların üzerine yatırılmalarını hatırlarım.
Hicret deyince ben; Bilal-i Habeşi’nin kızgın kumların üzerinde göğsüne taşlar yığıldığını, bu işkenceler altında bile “Allah birdir, Allah birdir” diye karşılık verdiğini, Ebu Cehil tarafından şehit edilen ilk kadın şehit Hz. Sümeyye’yi hatırlarım. Hz. Amr’ın kumlara yatırılıp bayılıncaya kadar dövüldüğünü, Hz. Habbab’ın kıpkırmızı yanan ateşin üzerine yatırılıp üzerine de bir adamın çıktığını, Hz. Ebu Fukeyhe’nin ayağına ip bağlanıp çakıllarda, sıcak kumlarda sürüklendiğini, Hz. Lübeyne’nin dövülüp dövülüp “Sana acıdığımdan değil yorulduğumdan bırakıyorum.” dendiğini hatırlarım.
Hicret deyince ben; Mekke’de malını, mülkünü, evini barkını, ana baba yurdunu, din, vicdan hürriyeti ve yaşama hakkı uğruna her şeyini terk ederek Medine’ye göç eden yüce peygamberimizi ve ashabını hatırlarım.
Hicret deyince ben; gizli gizli Mekke’den ayrılan Müslümanlardan sonra Hz. Ömer’in kılıcını kuşanarak Kâbe’yi tavaf edip: “İşte ben Medine’ye gidiyorum. Analarını ağlatmak, karılarını dul, çocukların yetim bırakmak isteyenler peşime düşsün.” Diyerek bütün müşriklere meydan okuduğunu hatırlarım.
Hicret deyince ben; Darun Nedve’nin, Allah’ın Resulünü öldürme, zincire vurma, zindana atma ve çöle sürme gibi korkunç kararlarını ve tuzaklarını Cebrail’in (as) haber verdiğini, peygamberimizin de Hz. Ali’yi çağırarak: “Ben Medine’ye gidiyorum. Benim yatağıma yat. Hırkamı üzerine ört, beni yatıyor sansınlar. Sabahleyin şu emanetleri sahiplerine ver.” diyerek ne derece soğukkanlı, üstün zekâlı ve büyük bir peygamber olduğunu ve Hz. Ali’nin de gül bahçesine girer gibi yatağa nasıl yattığını hatırlarım.
Hicret deyince ben; Şair Baki’nin “Mağaranın içine girdiklerinde Hak Teala’nın emri ile mağaranın kapısına bir çift güvercin gelip yumurta bıraktılar. Örümcek dahi kapının ağzına ağını ördü. Ümeyye Bin Halef denen melun eyi etti. Görmez misin, burada Muhammed (as) doğmadan evvel örümcekler yuva yapmış ve güvercinler yumurtlamış.” dediğini, Hz. Ebubekir’in heyecanla: “Ya Rasulallah, eğilip baksalar bizi görecekler.” demesi üzerine, Yüce Peygamberimizin: “ Korkma, Allah bizimle beraberdir.” Buyurduğunu hatırlarım. Allah’ın Resulü, Hz. Ebubekir’in kucağına başını koymuş uyumuştu. O anda yüzüne gözyaşı damladı. Niçin ağladığını soran peygamberimize: “Ya Rasulallah sizi rahatsız etmemek için direndim ama olmadı ayağımı yılan ısırdı onun acısına dayanamadım.” Dediğini ve Peygamberimizin mübarek ağzının yaşını sürünce acının geçtiğini hatırlarım.
Hicret deyince ben; Medine yolunda Kudeyt denilen yerde Ümmü Mabed ismindeki bir hanımın çadırına misafir olan peygamberimizin, kısır ve hasta olan, sürüye bile katılacak dermanı olmayan koyundan bakraçlar dolusu süt sağdığını, ev halkı ve misafirler içtikten sonra kovayı sütle dolu bırakıp yollarına devam ettiklerini hatırlarım.
Hicret deyice ben; Süreka’nın, Rasülullah’ı öldürmek için iz sürüp, çöller aşıp atının tökezleyerek bata çıka Rasülullah’a ulaşınca peygamberimizden af dilemesi ve “Emanname” alması, geriden gelenlere: “Ben aradım. Bu tarafta yok, boşuna yorulmayın.” dediğini hatırlarım.
Hicret deyince ben; Takva Mescidi olarak bilinen Kuba Mescidi inşasında Hz. Peygamber’in bir amele gibi çalıştığını ve Ashabı-ı Kiram’ın samimiyetle: “Sana canımız feda olsun Ya Rasulallah.” dediklerini ve Ben-i Salim yurdunda ilk Cuma namazının kılınıp ve hutbe okunduğunu hatırlarım.
Hicret deyice ben; Müslümanların müşriklerin zulüm ve baskılarından kurtulduğu, İslam’ın yayılma imkânı bulduğu, İslam yeniliklerinin başladığı böylece Hz. Ömer’in halifeliği zamanında bu muhteşem hicret olayının “Hicri Takvim”in başlangıcı kabul edildiğini hatırlarım.
Hicret deyince ben Medine de ilk “İslam Kardeşliği’nin’’ gerçekleştiğini hatırlarım.
Allah’a ve onun gönderdiği peygamberine inanan insanlar her zaman kardeş olmuşlardır. Müslümanlıkta her yönüyle İslam kardeşliğinin uygulandığı yer, hicretten sonra Medine olmuştur.
Peygamberimizin Medine’ye girişi büyük sevinç, coşku ve heyecanla karşılanmıştı. Çocuklar bayramlık elbiselerini giymişti, kızlar ellerindeki deflerini çalıyorlar, kadınlar da Medine’nin düz damlarına çıkmış şarkılar söylüyorlardı.
Seniyyet-ül Veda’dan Bedir doğdu üstümüze
Hakk’a davet ettikçe şükür vacip oldu üstümüze
Sen bize gönderilen Emrullah’ı getirdin
Medine’ye hoş geldin şeref verir davetin
Herkes büyük peygamberi evine misafir etmek ve bu şerefe nail olmak istiyordu. Kusva adlı devesinin yularına sarılarak: “Buyurun Ya Rasulallah, bize gidelim.” Diyenlere gülümseyerek: “Bırakınız o görevini bilir.” Deyip onları hoş tutuyordu. Kusva adlı deve önce boş bir arsaya çöktü. Az sonra kalktı. Burası iki yetimin idi. Peygamberimiz bu arsayı satın aldı. Üzerine Mescid-i Nebevi’yi ve yanında kendisinin ve ailesinin kalacağı odalar inşa etti. Kusva adlı deve ikinci defa çöktü ve tatlı tatlı bağırdı. Peygamberimiz üzerinden indi ve: “İnşallah kalacağımız yer burasıdır.” buyurdu. Orası Ebu Eyyüb el Ensari hazretlerinin evine yakındı. İki katlı bir evdi. Peygamberimiz alt katı tercih etti. Fakat bir müddet sonra Ebu Eyyüb el Ensari üstte oturmaktan son derece rahatsız oldu. Hatta bir defasında su kabı kırılmıştı. Aşağı bir damla bile su akmasın diye en kıymetli örtülerini hemen suyun üstüne atarak önlem almışlardı. Peygamberimize: “Ya Rasulallah, size vahiy geliyor. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri üzerinde ben oturmaktan sıkılıyor, üzülüyorum.” Diyerek peygamberimizi yukarı kata çıkmaya razı etti. Yaptıkları yemeklerden peygamberimize götürürlerdi. Bir gün soğanlı, sarımsaklı bir sebze yemeği yapmışlardı. Yemeğe hiç el sürülmediğini görünce, peygamberimize sebebini sordular. “Ben meleklerle konuştuğum için yemedim. Siz yiyin.” Buyurdu. Yine bir gün peygamberimiz ve Hz. Ebubekir’e yetecek kadar yemek hazırlanmıştı. Peygamberimiz, Ebu Eyyüb el Ensari’nin otuz kişi davet etmesini istedi. Otuz kişi yedi içti yemek eksilmedi. Sonra altmış kişi davet edildi. Yediler, içtiler yemek eksilmedi. Sonra doksan kişi davet edildi. Yediler, içtiler yine eksilmedi. Böylece yüz seksen kişi yemesine rağmen yemek eksilmeyince peygamberimizin mucizesini gördüler ve imanları daha güçlendi.
Peygamberimiz Medine’de daha sıkı bir bağlılığın tesisi için Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacirlerle, Medine’de onları evlerinde barındıran Ensar ile birbirine kardeş yaptı. Hz. Ali en sona kalınca unutulduğunu sanarak: “Ya Rasulallah, beni unuttunuz mu?” Diye sormuştu. O zaman âlemlerin efendisi: “Sen dünyada ve ahirette benim kardeşimsin.” Buyurmuştur. Bu kardeşlik maddi ve manevi yardımlaşma esasına dayanıyordu. Peygamberimiz her muhaciri mizacına uygun olan bir ensar ile kardeş yapmıştır. Ensar; kardeşlerine evlerini, mallarını, bahçelerini, bağlarını, arazilerini neleri varsa ikiye ayırıyor, seve seve veriyordu. Böyle bir fedakârlık ancak İslam Kardeşliğinde olurdu.
Nitekim Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de: “Müminler ancak kardeştir.” (Hucurat–10) buyurarak bunun sadece madde ile değil iman ve inançla olabileceğine işaret ediliyordu. Ensar ve Muhacir bu yeni İslam merkezinde el ele gönül gönüle vererek İslam dininin kuvvetlenmesi için her fedakârlığa katlandılar ve sonunda şahadet mertebesine kavuşmak için söz verdiler.
Huzeyfe-tül Adevi anlatıyor: “Yermük harbinin kızıştığı günlerden birinde bunaltıcı bir çöl sıcağı vardı. Güneş, alnından vurulup kumlara serilen taze şehitlerin ölülerini kavuruyor, ortalığı pişmiş et kokusu sarıyordu. Kızgın ve durgun hava, kan kokuyordu.” Diye devam eden gerçek hikâyeyi Mehmet Akif Ersoy, Safahat’ta şöyle anlatıyor:
Yaman kızıştığı bir gündü, pek sıcak bir gün
İkindiüstü biraz gevşeyince sanki kıtal
Silahı attım elimden, su yüklenip derhal
Mücahidin arasından açıldım imdada
Ağır yarayla uzaklardan kalan efrada
Ne mahrekeydi ki çepçevre göğsü kandı yerin
Hüda’ya kalbini açmış yatan bu gövdelerin
Şehidi çoksa da gazisi hiç mi yok? Derken
Derin bir inleme duydum, fakat bu ses nereden
Sırayla okşadım sineler bütün bî ruh
Meğerse amcamın oğluymuş inleyen mecruh
Dedim “biraz su getirdim içermisin versem”
Gözüyle “ver” demek isterken arkadan bir elem
Enine başladı baktım nigah-ı merhameti
“Götür” deyip bana imada ses gelen ciheti
Ne yapsam içmeyecek, boştu anladım İbram
O yükselen sese koştum ki As’ın oğlu Hişam
Görünce gölgemi birden kesildi nevhalar
Su istiyordu garibin dönüp duran nazarı
İçirmek üzere eğildim, üçüncü bir kısa “ah”
Hırıltılarla boşanmaz mı karşıdan nagah
Hişam’ı gör ki o halde kaşlarıyla bana
“Ben istemem hadi git ver diyordu haykırana”
Epey zaman aradım ah eden o muhtasarı
Yetiştim ah kavuşmuştu hakka son nazarı
Hişam’ı bari bulaydım dedim hemen döndüm
Meğer şikârına benden çabuk yetişmiş ölüm
Demek ki amcamın oğlunda vardı varsa ümit
Koşup hizasına geldim o kahraman da şehit.
“Din kardeşine sevgiyle bakan kimseyi Allah bağışlar. Din kardeşine gıyabında yardım eden kimseye Allah hem dünyada hem de ahirette yardım eder.” Hadisleri din kardeşliğinin önemine işaret etmektedir.
Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye “Siyah kadının oğlu” demişti. Durum peygamberimize iletildi. Bu sözü duyunca: “Hakikaten sen öyle bir adamsın ki, sende henüz cahiliye devri kalıntıları var. O’nu annesi ile mi ayıplıyorsun.?” Buyurdu. Yaptığına çok üzülen Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’nin geçeceği kapının eşiğine başını koyarak: “Ya Bilal, ayağını yüzümün üzerine basmadığın müddetçe yerden başımı kaldırmayacağım.” Dedi. Bilal-i Habeşi ise: “Kalk kardeşim, bu baş çiğnemeye değil öpülmeye layıktır.” Diyerek kaldırdı. Sarıldılar, gözyaşları arasında helalleştiler.
“Bir kişi sadece Allah rızası için bir din kardeşini ziyaret ederse Allah ona cenneti vacip kılar. İmanın en sağlam bağı Allah için vermek ve Allah için buğzetmektir. Nefsim yed-i kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız.”
Asıl olan soy kardeşliği değil yol kardeşliğidir. Bu yol Allah’ın yolu, bu yol peygamberimizin yolu, bu yol islamın yoludur.
Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol.
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.
1445. Hicri yılımız İslam alemine ve bütün insanlığa mübarek olsun.
Sevgi, huzur ve mutluluk getirsin.