Hazreti Mevlana Şeb-İ Aruz
Ramazan Sayar
Mevlana, bir gün iki kişinin kavga ettiğini görür. Kavgacılardan biri ötekine: “Bana bir söyle, benden bin işitirsin.” Der. Bunu duyan Mevlana: “Ne söyleyeceksen bana söyle, benimle kavga et. Bana bin söyle, benden bir bile işitemezsin.” Deyince kavgacılar hemen susmuşlar, barışmışlardır. Bu büyük insanın önünde sevgiyle eğilmişler, ellerini öpmüşlerdir.
Mevlana’nın müritlerinden hacca giden birisinin hanımı, Arefe gecesinde bir sini helva yapıp Mevlana meclisine gönderir. Mecliste bulunan yaren, ahbab, mürid hepsi yer. Fakat tepside helva eksilmez. Mevlana: “Ben bunu sahibine göndereyim.” Der. Medresenin damına çıkar, az sonra meclise gelir. Helva dolu sini ortadan kaybolur. Helvayı gönderen hanım da siniyi bulup alamaz. Mevlana’ya sorunca: ”Sini sahibine ulaştı.” Cevabını alır. Hacılar gelinceye kadar sini meselesini kimse sormaz. Sini unutulur. Hacılar Kâbe’den memleketlerine geldiklerinde o sini hanımın eşi olan hacının eşyaları arasından çıkar. Hanımı siniyi görünce aklı başından gider. Kendine geldiğinde Hacı’ya sorar. Ben bu sini ile dolu helva yapıp Mevlana meclisine göndermiştim. Sonra siniyi bulamadım. Mevlana: “Sini sahibini buldu.” Demişti. “Nasıl oldu bu?” deyince: “Biz bu helva dolu siniyi Harem’i Şerif’te yedik, kabını da eşyaların arasına koydum getirdim.” Dedi.
“Ecel rüzgârı da ariflere gül bahçelerinden esip gelen rüzgâr gibi latif ve hoştur.” Diyen Mevlana: “Ölümü beden mezarından kurtuluş, sonsuz hayata açılış, Allah katına çıkış” olarak görür. “Âşık olan sevgilisine kavuşmaktan korkar mı?” diyen Mevlana’nın soluk buğday benzi hafifçe sararmış, Mesnevi’nin yazılması, tamamlanması, riyazet hali, yorgun bedeni artık onu yatağa düşürmüştü. 17 Aralık 1273 günü akşama yakın güneş Konya’nın batısındaki Takkeli Dağlar’dan süzülürken, beri yanda bir irfan güneşi de fani âlem’den “can ve beka âlemine” kanat açıyordu.
Medrese ile gül bahçesi arası on beş dakika olmasına rağmen tabut sabah yola çıktı. Kalabalıktan ikindiye kadar ancak Gül bahçesi’ne varabildi.
Akşam güneş batarken Hazreti Mevlana toprağa verildi. Aslında toprağa verilen boş bir kovan cesetti. Mevlana gönüllere ebediyen yerleşmişti.
Hakikat erleri geçti bundan her biri,
Konya’da ol Mevlana Hüdavendigar yatur.
Hazreti Mevlana demek Konya demek. Konya demek Hazreti Mevlana demektir. Hazreti Mevlana’nın Konya’da sayısız menkıbeleri olmuştur.
Hazreti Mevlana ile Şems-i Tebrizi gecenin mehtaplı bir anında medresenin damında sohbet ediyorlardı. Şems bir ara etrafa bakarak evlerde hiç ışık yanmadığını, bütün şehrin karanlık içinde bulunduğunu görünce: “Ölü gibi gaflette uyuyor bu kimseler. Keşke kalkıp Allah’a ibadet etseler. Zira kim az sıkıntı çeker ise bu günde, görmez fazla ızdırap yarın mahşer gününde.” Dedi. Hazreti Mevla’da ellerini kaldırıp: “Şemsi Tebrizi hürmetine ilahi bu halkı ikaz et de uyansınlar.” Diye dua edince… Gökyüzünde bulutlar toplanmaya, gök gürlemeye, şimşekler çakmaya başladı. Bu gürültü üzerine şehir halkı uyandı. Korkudan dolayı “Allah Allah” diye evlerden sesler yükselmeye başladı. Şems-i Tebrizi ise: “ Bu insanlar nasıl ki bu ses ile uykudan uyandılar, gaflet uykusundan da uyanmaları için bir evliyanın teveccühü lazımdır.” Buyurdu.