Hazreti Mevlana Mesnevi!
Ramazan Sayar
Hazreti Mevlana kuyumcular arasından geçerken altın yapraklar döven çekiç seslerinin ahenkli vuruşu ile bir an durdu. Güneşin etrafında dönen gezegenleri hatırladı. Orada ilahi aşk ve cezbe dolu mest dönüyorlardı. Sağ elini feracesinin yakasına götürdü, gözlerini vecd’le kapadı. Başı sağ omzunun üzerine düşüverdi. İlk çarkı attı ve sonra dönmeye başladı. Dükkân sahibi: “Vurun, daha çok vurun, altın yapraklarına acımayın.” Dedi. Çekiç seslerine Mevlana ile beraber o da katıldı. Bir müddet sonra halka: “Alın, yağma edin, bütün altınlar sizin olsun.” Diye seslendi. Bu aşk eri Kuyumcu Selahaddin’di. Mevlana dergâhında şeyh oldu. Mevlana’nın en has müridi oldu. Ölümünden sonra Mevlana ufkunda bir başka ışık doğdu. Bu, Çelebi Hüsameddin’dir. Gençliğinde iyi bir eğitim görmüş bazı medreselerde ders veriyordu.
Meram bağlarında suların şırıl şırıl çağladığı bir bahçede Mevlana, Çelebi Hüsamettin’le geziyor, şiirler söylüyordu. Çelebi Hüsamettin tam zamanı diyerek fikrini açtı: “Bundan sonra âşıkların sizin sözlerinizle gönüllerini doyurmaları için mesnevi tarzı bir eser yazsanız?” dedi. Mevlana buna zaten hazırdı. Sarığının kıvrımları arasından bir kâğıt çıkararak Çelebi Hüsamettin’e verdi. “Oku.” dedi. İlk beyti okudu:
“Pişnev in ney çün şikâyet mikunet,
Ez cüdayiha hikayet mikunet.”
“Dinle bu ney nasıl şikâyet ediyor,
Ayrılıklardan hikayet ediyor.”
Hüsameddin Çelebi okudukça coşmuş, coştukça heyecanlanmış, yanaklarından akan gözyaşları elinde tuttuğu onsekiz beyitlik “Mesnevi”yi ıslatmıştı. Okuyup bitirdikten sonra Mevlana’nın ellerini öptü. Mesnevi; yolda, bağda, bahçede, hamamda durup dinlenmeden altı cilt 25618 beyit olarak tamamlandı. Mesnevi’nin büyüklüğünü Molla Cami hazretlerinin şu sözü ile ifade etmek istiyorum. “Nist peygamber vemi dared kitap.” ”Peygamber değildir ama kitabı var.” Her halde mesnevi bundan başka bir şekilde anlatılamaz.
Mevlana: “Bütün ömrümün özeti, şu üç şeyden başka bir şey değil: Hamdım, piştim, yandım.” Diyor. Bir rubaisinde şöyle der:
Yine gel, yine gel.
Her kim olursan ol, yine gel.
İster kâfir ol, ister Mecusi
İster putperest, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni.
Umutsuzluk kapısı değil bu kapı.
Nasılsan öyle gel.
Mesnevi’de: “Gerçek aşkla dünya aşkını birbirinden ayırmak lazım.” Diyerek, şu hikâyeyi anlatır.
Mecnun Leyla’sına kavuşmak için devesine biner ileri sürer. Devenin arkasında çok sevdiği yavrusu (daylak) vardır. Mecnun deveyi hızla yürütünce daylak (yavru) geride kalır. Yular gevşeyince de deve gerilir. Mecnun deveyi sürdükçe deve ileri, yular gevşeyince de deve geri… Bir süre sonra Mecnun kendine gelir. Bir de bakar ki ne görsün? Bulunduğu yerden bir adım öteye gidememiş. O zaman Mecnun: “A deve ikimiz de aşığız. Ben Leyla’ya, sen daylağa… Biz birbirimize yoldaş olamayız. Gerçek âşık ten devesine değil, can devesine binendir.
Mevlana dersini vermiş evine giderken bir fırının yanında bekleyen kırk tane Rahip’le karşılaşır. Rahipler Mevlana’ya: “Cehennem ateşinden herkes geçer, ama ateş Müslümanları yakmaz, diyorsun? Bu nasıl olur?” Diye bir soru sorarlar. Mevlana: “Herkes hırkasını çıkarsın.” Der. Hırkaları toplar. Üstüne de kendi hırkasını sarar. Yanmakta olan fırına atar. Biraz sonra elini uzatır. Kendi hırkasını ateşin içinden alır. Diğer hırkalar kül olmuştur. Bu kerameti gören Rahipler imana gelmiştir.