
Hazreti Mevlana Menkıbeler
Ramazan Sayar
Selçuklu Sultanı Rüknedddin Mevlana’nın kıymetini bilmiyordu. Yakınlar, “Ey Sultan! “Bu Allah adamları hiç kimsenin bilmediğini bilirler.” Dediler. Sultan Rükneddin meseleyi iyice anlamak için alimleri sarayına davet etti. Bir kutunun içine bir yılan yavrusu koyarak, bu kutunun içinde ne var? Diye sordu. Hazreti Mevlana; Allah’ın sevdiği kulları kerametlerini göstermekten utanırlar. Gözle görülen şu kutudakini değil yedi kat yer ve gökte ve dört bir tarafta olanları, şu gördüğün dünyayı veliler karış karış bilirler. Bir yılan yavrusunu o kutunun içine hapsetmekten acaba ne geçiyor eline? Dedi. Bu sözleri duyan Sultan Rükneddin o günden sonra Hazreti Mevlana’nın talebesi oldu.
* * *
Hazreti Mevlana kürsüde va’az ediyordu. Konusu da Hazreti Musa (as) ve Hızır (as) ile ilgili kıssa idi. Cemaatten birisi hem dinliyor ve hemde kendi kendine “Sanki o gün orada sende bizimle idin. O yolculukta üçüncümüz sendin.” Diye mırıldanıyordu. Yanındaki adamda bu sözleri duyunca çok garibine gitti. Olsa olsa bu Hızır’dır dedi. Yanına yaklaşarak, “Her halde sen Hızır’sın, lütfen bana ihsan et.” Dedi. Buyurdu ki: “Mevlana varken benden sorman su yanında teyemmüm almaya benzer. Mevlana’ya ihlas ile teslim eyle nefsini, ne müşkülün var ise o halleder hepsini.” Dedi. Oradan kayboldu. Görüp işittiklerini Hazreti Mevlana’ya anlatmak için odasına girince hemen Mevlana: “Ey falan kişi Hızır’ın dedikleri doğrudur.” Buyurdu.
* * *
Zamanın alimlerinden birisi Hazreti Mevlana’ya muhalefet ediyordu. Alimler toplanacaktı. Bu kişi: “bu mecliste, her ne derse Mevlana, hep tersine cevaplar vereceğim ben O’na “ Dedi. Sadreddin Konevi’de bu hali duyunca: “Kardeşim sen böyle ne söylüyorsun, kendine kötülük ediyorsun. O’na karşı gelmekle bir şey geçmez eline, yakışmaz bu davranış hemde ilim ehline.” Dedi. Ama yinede bu nasihat ve öğütlerden ders almadı. Hala inadından vazgeçmedi. O sırada Hazreti Mevlana meclise teşrif ettiler. O alime dönerek buyurdu ki: “Lailahe illallah Muhammeden Rasülullah.” Ey kişi haydi konuşş cesaretin var ise. Söylediğim bu sözün tersini söyle bize.” Adam bu sözü duyunca şaşırıp kaldı. Çünkü aksini söylemek küfür olurdu. Böyle düşündüğüne pişman oldu. Mevlana’nın kerametini görünce, değerini ve kıymetini anladı. Ellerini öperek affını istedi. O günden sonra talebesi olup hizmetine girdi.
* * *
Mevlana’yı sevmeyenlerden birisi bir gün Mevlana’yı görünce yüzünü başka tarafa çevirdi. O gün rüyasında peygamberimizi gördü. Hemen huzuruna giderek selam verdi. Peygamberimiz yüzünü çevirdi. Adam öbür tarafa geçip selam verdi. Peygamberimiz itibar etmedi yüzünü çevirdi. Adam o hali görünce ağlamaya başladı. Neden yüzünü çevirdiğini sordu. Peygamberimiz: “ Sen bizim çok sevdiğimiz Mevlana’dan yüzünü çevirdiğin için. Halbuki kendisini biz beğenir severiz. Ondan yüz çevirenden biz de yüz çeviririz.” Buyurdu. Adam korku ile uyanıp hatasını anladı. Gözyaşıyla sildi gönül pasını. Kendi kendine: ” Ey gafil insan! Yarasa gibi güneşin ışığından kaçtın. Hiç olmazsa bu günden sonra evliyanın rızasını kazan.” Dedi. Mevlana’nın Medrese’sine gitmeye karar verdi. Düştü yola. O anda Hazreti Mevlana öğrencisinin birisine “ Geleni kapıda karşıla.” Buyurdu. Adam geldi. Öğrenci kapıda hocasının dediklerini anlattı. O’da hemen Mevlana’nın elini öpüp o günden sonra öğrencisi oldu.
* * *
Bir Müslüman Hazreti Mevlana’nın öğrencilerinden birisine bir soru sorar. Öğrenci cevabını araştırır. Bulamayınca çok üzülür. Gece rüyasında Hazreti Mevlana: “ Evladım sabah biraz erken kalk. “Hidaye” kitabının onuncu sayfasına bak.” Buyurdu. Uyanınca o sayfayı açtı. Hakikaten sorunun cevabını orada buldu. Adama cevabını verdi. O günden sonra hocasına karşı sevgisi daha da güçlendi.
* * *
Bedreddin Tirmizi “Simya” ilmi ile uğraşır altın yapardı. Mevlana’nın ismini duyunca Konya’ya geldi. Önce oğlu Sultan Veled’i ziyaret etti. Yaptığı altınların bir kısmını öğrencilere vereceğini söyledi. Sultan Veled durumu babasına anlattı. Hazreti Mevlana ertesi gün Bedreddin’in evine gitti. Altın yapmakla uğraşır buldu. Hazreti Mevlana’ya iltifat ve hürmette kusur etmeyen Bedreddin’in içinde bir gurur vardı. Bunu sezen Hazreti Mevlana paslı bir demir istedi. Paslı demir aniden Hazreti Mevlana’nın elinde altın oluverdi. Yine bakır parçasını alır almaz oda saf altın oldu. Bedreddin bu nasıl olur diye düşünürken, Hazreti Mevlana: “ Ey Bedreddin! Bu gayet kolay iştir. Altın elde etmeyi bir şey mi sanıyorsun? Sana ahirette bunun faydası olmaz. Esas “simya” ilmini öğren ahirete seninle beraber gelsin.” Buyurdu. Bedreddin’de: “Efendim bu nasıl bir şey ki, insana ahirette de faydası olacak, Cehennem ateşinden de kurtaracak olan “Simya” ilmini bana öğretin.” Dedi. Hazreti Mevlana: “ İlim, amel ve ihlas. Bu üç şeye kavuş. Kalbinden de dünya sevgisini at. İşte “simya” budur.” Buyurdu. Bundan sonra Bedreddin ihlas ile bağlandı Hazreti Mevlana’ya, kavuştu çok geçmeden bu hakiki “Simya’ya”.
* * *
Gençlerden birisi Hazreti Mevlana’yı çok seviyor herkesi Hazreti Mevlana’ya çağırıyordu. Neden Hazreti Mevlana’yı bu kadar çok seviyorsun? Diye sorulunca şu cevabı verdi. Hacca giderken kafile bir sahrada mola verdi. Ben biraz uyumuşum. Uyandığım zaman kafile beni unutup gitmiş. Issız sahrada yapayalnız kaldım. Nereye gideceğimi ne yapacağımı bilemedim. Rabbıma sığınarak “ Yarabbi sevdiğin bir kulunu bana gönder ki, beni kafileme ulaştırsın.” Diye duada bulundum. Bir de baktım ki ileride bir çadır görünüyor. Gittim baktım. İçinde bir kişi helva yapıyordu. Selam verip derdimi anlatınca; “ Hiç üzülme şimdi gelir Mevlana” Dedi. Hakikaten biraz sonra bir şahıs geldi. Helvadan bana da ikram etti. Derdimi dinledi. “Üzülme. Kapat, aç gözlerini. Bulursun kafilenin yerini “ Buyurdu. Peki! Deyip gözümü kapayıp açtım. Hemen o anda kafileme yetiştim.
* * *
Hazreti Mevlana’yı çok seven tüccarın birisi İstanbul’a gitmeden önce Hazreti Mevlana’ya gelerek “Bir emriniz var mı?”k Diye sordu. Hazreti Mevlana’da : “ Falan camiye git. Orada genç bir abid göreceksin. Bizim tarafımızdan selamımızı söyle.” Buyurdu. Tüccar işini bitirdikten sonra genç abidi buldu. “Ben Konya’dan geliyorum. Size Hazreti Mevlana’dan selam getirdim.” Dediği anda Hazreti Mevlana’nın yanında oturduğunu gördü. Hayretten düşüp bayıldı. Biraz sonra ayılınca sadece genç abidin olduğunu gördü. Genç abid : “ Efendim! Siz de varınca Konya’ya, benden selam söyleyin Hazreti Mevlana’ya.” Dedi. Tüccar Hazreti Mevlana’ya selamı getirdi. O an baktı ki; Genç abid Hazreti Mevlana’nın yanında oturuyordu. Tüccar yine hayretten düşüp bayıldı. Ayılınca Hazreti Mevlana: “ Evladım ben hayatta oldukça gördüklerini kimseye söyleme.” Buyurdu. Tüccar o günden sonra nesi varsa dağıttı. Hazreti Mevlana’nın talebesi oldu.
* * *
Hazreti Mevlana’nın at alıp satan bir öğrencisi vardı. Bir gün Hazreti Mevlana:” Bir at hazırla” Buyurdu. Öğrenci en kuvvetli bir at seçti. Ancak hırçın ve huysuzdu. Yardımcısı eğerledi ise de yine hırçınlığı geçmedi. Biraz sonra Hazreti Mevlana gelince at sakinleşti. Bindi ata süratle kıbleye doğru yol aldı. Akşam biraz zayıflamış, toz dumana karışmış olarak geldi. At sahibi nereden geldiğini soramadı. İkinci ve üçüncü günleri de aynı oldu. Gene de edebinden bir şey soramadı. Üç gün sonra Şam’dan Konya’ya gelen kafile; “Moğollarla yapılan savaşın son üç gününde Hazreti Mevlana ön safta “Allah Allah” deyip cenk etti. Düşman askerlerini kırıp geçirdi. Hazreti Mevlana’yı görünce morallerimiz düzeldi. Son üç günde vaziyet tersine dönüverdi. Hazreti Mevlana düşman komutanını öldürünce Moğollar dört bir tarafa kaçmaya başladılar.” Diye anlattı. At satıcısı öğrencisi Celaleddin bunları duyunca hemen hocasına koştu. Ellerine sarılıp hem ağlayıp hem öptü. Hazreti Mevlana da: “ Bize canü gönülden kim hürmette bulunursa. Hiçbir zaman dünya ve ahirette sıkıntı çekmez.” Buyurdular.