
Hac-5
Ramazan Sayar
GEÇEN PERŞEMBE’DEN DEVAM
“Ey bad-ı saba uğrarsa yolun semt-i haremeyn’e
Ta’zimimi arz eyle, Rasulü’s- Sekaleyne
“Ey Allah’ın resulü, sana yüz sürmeye, senin şefaatine nail olmaya, sana selam gönderenlerin selamlarını getirmeye geldim.” dedim. Özel duada bulundum. Hacılarımız Medine’de 8 gün kalıyor. Mescid-i Nebevi’de 40 vakit namazı tamamlayıp bu zaman içerisinde ziyaretlerini yapıp ondan sonra ülkelerine dönüyorlar.
Birkaç gün sonra sabah saat 07.30 da ziyaretler var diye sözlü olarak ve ilan panosunda duyuru yapıldı. Sabah otobüsler otelin arka tarafına sıralandı. Sıraya göre,”şu otobüs bizim gurubu götürebilir.” dedim. Şoföre: “iftah-ıl babe ya seyyar” deyince kapıyı açtı. Elimdeki malzemeleri arkasındaki koltuğa koydum. Benim odadakiler ve eşleri, “ramazan bey bizim otobüs hangisi” diye sorunca ben: “şu otobüse koydum ama kesin değil siz bilirsiniz.” dedim. Gittiler onlarda aynı otobüse eşyalarını koydular. Otobüsler numaralanınca tespitimin doğru çıkması ön koltukta seyahat etmek isteyenlerin arzularını engelledi. Medine’den Cidde’ye gelirken de aynı durumla karşılaşan genç ve dinç hacılarımızdan birisi özellikle şöyle dedi: “pes ettim. Tamam, sana yetişilmeyecek. Ama bu adamlar nasıl buraya oturuyorlar. Bunlara şaşıyorum?” dedi. Ben de: “bunlar benim oda arkadaşlarım. Ben nereye gidersem arkamdan gelirler. Onlar beni takip ederler.” dedim. Tabiî ki bu durumdan yanımdakiler de çok memnun oluyorlardı.
Uhud dağının önüne vardık. Her kafilenin başkanları veya gurup başkanları hacılarına Uhud savaşını çeşitli yönleriyle anlatıyorlar. Bizim kafileden de 4. gurup başkanı karaman Başyayla Müftüsü İsa Bey, yanıma gelerek; “Ramazan abi, bak ben savaşın çok farklı bir yönünü anlatacağım.” dedi. Ben de: “bu farklı yöne nasıl ulaştın?” dedim. “umre’ye geldiğim zaman araştırdım. Bakalım dikkatini çekecek mi?” dedi. Aldı mikrofonu eline: “değerli hacılarım. Bu savaşın bir özelliği de sahabe arasındaki rekabeti kaldırmasıdır. Her ne kadar kazanan ve kaybeden taraf belli olmasa da Müslümanların şımarmasını önlemiştir. Bundan dolayı gelişen olaylarda da bir hikmet aramak gerekir.” dedi. Anlattıklarını şöyle bir süzgecimden geçirdim. o anda şunlar aklıma geldi. “sizin için şer olanlar belki hayırdır. Hayır, olanlar ise belki de şerdir. Siz bilemezsiniz. En doğrusunu Allah bilir.”
Hak şerleri hayr eyler
Arif anı seyir eyler
Zannetme ki gayr eyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Dedim. Uhud şehitlerinin mezarının başında dualarımızı yaptık. Otobüslere bindik. Kaybolanlar aranırken karşımızda ki hurma bahçesi, havuzu, evi dikkatimi çekti. “hacı mevlid hadi şu bahçeye bakalım gelelim.” dedim. Ben biraz hızlı yürüdüm o da arkamdan geliyordu. Bir ses duydum. Arkama baktım hacı mevlid koşarak otobüse gidiyor. Ben de koşarak hurma bahçesine gidiyordum. Hemen geri döndüm otobüse bindim. Gurup başkanımız gülmekten kendini tutamıyor. “Ramazan abi sen o tarafa Mevlid Bey bu tarafa koşuyorsunuz.” amma tuhaf bir manzaraydı deyince. Eşimde: hah iyi oldu. Canıma değsin. Birde sen geç kal da rahatlayayım. Diyerek olaydan memnun kaldığını belirtti ve biraz rahatladı.
Medine’de ki ziyaretlilerimize devam ediyoruz. Uhud bölgesini gezip Uhud şehitlerini ziyaret ettikten sonra Mescid-i Kıbleteyn’e geldik. İlk mihrabın Bulunduğu yeri kapatmışlar. Pencere yapmışlar yeri belli. Tamamen yeni mihrabın ters istikametinde bulunuyor. Bir an bu mescitte öğle namazının farzının iki rekâtı kılındıktan sonra üçüncü rekâtta kıblenin değişim hareketleri gözümün önüne geldi. Yani: erkeklerin oldukları yerde yüzlerini arkaya döndürmeleri, kadınların da erkeklerin arkalarına gitmeleri.
Mescid-i Küba’da ise peygamberimizin en az haftanın bir gününde bu mescitte namaz kıldığını düşündüm. Her iki mescit de parklar yeşillikler arasında idi. Küba mescidinin yanında küçük bir seyyar pazarı vardı. Medine’nin içinden geçerken suni şelaleler de görünce şehrin yapısı bana Konya’yı hatırlattı. İçimden bir an şöyle geçti. “peygamberimizin Konya’ya da hicret etme düşüncesinin olması her halde bu benzerlikleri ifade ediyordur.” dedim.
Cennet-ül Baki’yi ziyaretim esnasında bir şey çok dikkatimi çekti. Suudi askerlerinden birisi yüksek sesle: hacılar bu mezarlardan bir şey beklemeyin. Bu taşlara dilekte bulunmayın. “ne istiyorsanız Allah’tan isteyin.” diyerek eleriyle de yukarıyı işaret ederek anlatıyor. Aynı sözleri peygamberimizin Ravza-ı Mutahhara’sının yanında duran askerlerde anlatıyorlardı. Bende onlar öyle dedikçe içimden: “elbette biz taştan, topraktan, mezarlardan bir şey istemiyoruz. Biz peygamberimizin şefaatini istiyoruz. Bu mübarek insanların yüzü suyu hürmetine dualarımızın Allah tarafından kabul edilmesini istiyoruz.” diye geçiyordu. (DEVAM EDECEK)