Bir Annenin Sabrı
Ramazan Sayar
Eshab-ı Kiramdan Cabir Ensari, peygamber efendimizi yemeğe davet etti. Bir deve kesti. Sonra pişirmek için odun toplamaya gitti. Cabir hazretlerinin iki oğlu vardı. Biri her gün derse gidiyor, diğeri de küçük olduğu için evde kalıyordu. O gün dersten dönen çocuk kardeşine sordu:
—Babam kocaman deveyi nasıl kesti anlatır mısın?
—Sen yere yat, nasıl kestiğini göstereyim, dedi. Çocuk kuzu kuzu yere yattı. Kardeşi babasından gördüğü gibi ağabeyinin ellerini ayaklarını bağladı. Bıçağı eline alıp:
—Bismillah! Allah-u Ekber, deyip bıçağı boğazına çaldı.
Sonra kardeşini öylece bırakıp oradan kaçtı. Annesi oğlunu yakalayıp dövmek istedi. Çocuk korkuyla evin damına çıktı. Sonra çocuk korkudan yere düştü. O da oracıkta kıvrılıp can verdi.
Annesi, “Resulüllah kırk yılda bir evimize gelecek böyle bir zamanda onu üzmek olmaz.” Diyerek çocukların cesetlerini bir yere sakladı. Eve dönen kocasına hiçbir şey hissettirmedi. Beraberce ateş yakıp deveyi pişirdiler. Peygamber efendimiz, evlerine teşrif edip sofraya oturduklarında:
—Hani senin iki çocuğun vardı, onlar nerede, sofraya gelsinler, buyurdu. Hazreti Cabir, hanımından çocukları çağırmasını isteyince, “Şimdi onlar gelemez, ben yemeklerini ayırırım.” Dedi.
Hazreti Cabir:
—Ya Rasulalah. Biz onları payını ayırdık, siz rahatsız olmayınız, yemeğinizi rahat yiyiniz, dedi.
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
—Onlar sofraya gelmedikçe yemek yemem.
Hazreti Cabir, tekrar içeriye dönüp hanımından çocukları sordu. Hanımı artık mecbur kalınca durumu açıkladı.
Hazreti Cabir de, gelip üzüntü içinde durumu Resulullah’a arz etti. Peygamber efendimiz çok üzüldü. Çocukların yanına getirilmesin istedi. Çocukların cesetleri getirilip, onları görünce mübarek gözlerinden yaşlar aktı. Bu esnada Cebrail aleyhisselam gelerek:
—Ya Rasulalah, Allah-u Teala sana selam etti: “Habibim üzülmesin, çocukların dirilmesi için dua etsin. Eshabı da amin desin. O yavrucukları dirilteyim. Onların anaları benim habibimi üzmemek için, sabretti. Onun sabrı bereketine ve senin hürmetine onları diriltirim.” Buyuruyor, dedi.
Peygamber efendimiz, dua etti, eshabı kiram da amin dediler. Çocuklar uykudan uyanır gibi dirildiler. Sonra beraberce sofraya oturup, sevinç içinde yemeklerini yediler.
* * *
Resulullah efendimiz eshabıyla bir mahallede otururlar iken avladığı keleri bineğinde taşıyan bir Arabi onları görüp yanlarına vardı. Keleri çıkardı ve “Ya Muhammed, Lat ve Uzza adına şu keler sana iman etmedikçe iman etmem, eğer ederse, iman ederim.” Dedi.
Resulullah efendimiz, “Ey keler!” buyurunca; o “Lebbeyk ve sadeyk: (buyurun) ey Allah’ın resulü” diyerek herkesin anlayacağı fasih bir Arapça ile cevap verdi.
Resulullah efendimiz: “Kime ibadet edersin*” Diye sordu: “Kudretiyle gökleri ve arşı ihata eden, rahmeti cennette, azabı cehennemde olan Allah-u Teala’ya” dedi. “Ben kimim?” diye sordu, “Muhakkak sen alemlerin Rabbinin resulü, peygamberlerin sonuncususun. Seni tasdik eden kurtulur, yalanlayan hüsranda kalır.” Dedi.
Bunun üzerine Arabi kelime-i şahadet getirdi ve “Ey Allah’ın Resulü, sana gelirken yeryüzünde senden daha düşman olduğum kimse yoktu. Ancak şu anda Allah’a yemin ederim ki sen bana nefsimden, evladımdan daha sevgilisin. Sana başımdaki saçım, bedenimdeki her kılım, içim ve dışım, gizli ve aşikarım, hepsi iman etti.” Dedi.
Resulullah efendimiz, “Seni daima üstün olup, ondan yükseği olmayan bu dine hidayet eden Allah’a hamdolsun. Allah bu dini ancak namaz ile kabul eder. Namazı da ancak Kur’an ile kabul eder.” Buyurdu. Arabi “Bana öğret.” Dedi. Resulullah ona, fatiha suresi ile ihlas suresini ezberletti ve namaz kılmasını öğretti.
Sonra Resulullah “Senin malın var mıdır?” buyurdu. “Kavmim içinde benden fakir kimse yoktur.” Deyince, ashabına “Ona veriniz.”
Burdular. Razı oluncaya kadar ona verdiler.
Arabi oradan ayrıldı. Bin kılıçlı süvariye rastladı. Onlara “Nereye gidersiniz?” diye sordu. “Atalarımızın dinini yalanlayıp peygamberlik iddia eden kimseyi arıyoruz.” Dediler. Arabi şahadet getirdi ve onlara olayı anlattı. Hepsi birden iman ettiler ve Resulullah’ın huzuruna varıp, “Emret ya Rasulalah emrine amadeyiz. Dediler. Hazreti peygamber onları Halit Bin Velid’in emrine verdiler.
* * *
Cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Sad Bin Ebi Vakkas, ilk Müslümanların Mekke’de çektikleri açlık sıkıntılarını şöyle anlatmıştır:
“Mekke’de bulunduğumuz yıllarda, peygamber efendimiz ile birlikte çok ağır şartlar altında islamiyeti yaymaya çalışıyorduk. Geçim sıkıntısı başlı başına bir problem haline gelmişti. Ekonomik abluka Müslümanları zor duruma sokmuş ve açlık baş göstermişti. Ne yiyecek bir lokma ekmek, ne de mideyi tutacak birkaç hurma bulunabiliyordu. Ama bütün bu üzücü, yıpratıcı ve caydırıcı saldırılar, bizi davamızdan uzaklaştırmıyor, aksine her geçen gün iman ve sabrımızı, irfan ve kültürümüzü artırıyordu.
Hiç unutmam, bir gece açlıktan uyuyamaz oldum. Kendimi dışarı attım. Karanlıkta evin çevresinde dolaşırken ayağım sert bir tahta parçasına dokunur gibi oldu. Parmaklarımla aynı cisme bir kez daha dokunduğumda tıkırdıyordu. Meğer güneş altında günlerce kalıp, iyice kuruyup tahtalaşmış bir parça deve derisiymiş. Alıp eve götürdüm. İyice yıkadıktan sonra ateş üzerine tuttum. Sonra taş dibekte döverek un haline getirip yedim. Böylece açlığımı kısmen olsun giderdim ve yarı aç bir mide ile uyumaya çalıştım.