Allah (C.C) Vardır
Ramazan Sayar
Allah-u Teala Hz. Âdem ve Havva’yı yaratıp bir müddet cennette misafir ettikten sonra yeryüzüne indirdi. Hz. Âdem ilk peygamber oldu. Allah’ın varlığını bu dünyadan ayrılıncaya kadar kendi nesline anlattı. Sonra insanlar çoğaldı, yeryüzüne dağıldı, yavaş yavaş Allah’ın varlığını unutmaya başladılar. Allah’ın insana verdiği akıl ile yine de düşünmeden edemediler. “Biz nereden geldik, niçin geldik, nereye gidiyoruz” sorularını sordular. Bu sorulara cevap aradılar. Allah-u Teala kullarını unutmadığını hatırlatmak ve unutulmamak için peygamberler ve kitaplar gönderdi. Bu yolla Allah’ın varlığını bilmeye “nakli deliller” denir. Bu deliller bazen kutsal kitapların içinde yer alan ve bazen de peygamberlerin söylediği sözlerdir.
“Allah birdir.” “Allah yarattığına muhtaç değildir.” “Doğurmadı, doğurulmadı. Hiçbir şey ona denk değildir.” “O’nun yerde ve gökte eşi benzeri yoktur.”(İhlâs–1–4) “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilah olsaydı yer ve gök fesada uğrardı.”(Enbiya–22) “İman yetmiş küsur ya da atmış küsur dalı olan bir ağaçtır. İman dalının en üstün derecelisi “Lailaheillallah” Allah’tan başka ilah yoktur.” demektir. Bu ayetler ve hadisler ve dört kutsal kitabın manası Allah’ın varlığına işaret eder. Yunus Emre de şu dörtlüklerle dile getirir.
Taştı rahmet deryası
Gark oldu cümle a’sı
Dört kitabın manası
Lailahe illallah
Kitaplarda yazılıdır
Gönüllerde gizlidir
Söylenecek söz budur
Lailahe illallah
İnsan düşünen bir varlıktır. Merak duygusu her zaman insanı araştırmaya sevk eder. Gerek kâinatın sırlarını çözmek ve gerekse görünen ve görünmeyen varlıkları incelemek merak duygusuna cevap aramak maksatlıdır. Allah’ın varlığını bu şekilde bulmaya çalışmaya ise “akli deliller” denmektedir. Akıl yoluyla Allah’ın varlığını bilmek için çok çeşitli fikir ve düşünce akımları ortaya çıkmıştır.
Bazı bilginler Allah düşüncesinin “canlı ve cansız her varlığın bir ruhu vardır” görüşü ile görünmeyen varlıkların varlığına inanılır. Bu düşünce “insanı Allah’ın var olduğu inancına götürür” derler. Sokrates: “Kendi hiçliğini ve eksikliğini hissettiği anda içinde duyduğu “ses”e Allah’ın sesidir.” diyor. Kelamcılar: “Allah’ın varlığını işitme, akıl ve şeriat olarak ifade ederler. Sofilere göre ise: ”İbadet ve ahlak yoluyla yani duyu, seziş ve doğuş yoluyla Allah’ın varlığı bilinir. “Kendini bilen rabbini bilir.” “O’ndan geldik tekrar o’na döneceğiz.” inancı insanı Allah’ın varlığına götürür.” diyorlar.
Farabi: “Âlemi var eden bir etken sebep vardır. Hareket eden şey vardır. Onun da “muharriki” (hareket ettireni) gerekir. Allah “vacip-ül vücut”tur. Yani Allah, zorunlu olarak vardır. O’nun varlığı kendindendir.” demektedir.
Gazali: “Sezgi, kendi varlığı ve ihtimal yoluyla Allah’ın varlığını izah eder ve şöyle bir hatırlatma yapar. Hz. Ali’nin bir dinsize: “Ahiret yoksa ben inancımdan bir şey kaybetmem. Fakat Allah ve ahiret var ki mutlaka vardır. Ben kurtulurum, acaba senin halin ne olur?” sözünü hatırlatır.
Akıl yoluyla Allah’ın varlığı araştırılırken bir de aklın bilim ve deney yolu vardır. Tabiatta uygulanan kanunlar bazı yerde geçerli olmuyor. İnsan o zaman çaresiz kalarak başka bir güç arıyor. İngiliz fizik bilgini James Jeans: “Atom çekirdeğinin hareketini, kaptan Cousto’nun deniz araştırmalarında tuzlu su ile tatlı suyun karışmadığını görmesi, Neil Armstrong’un ise uzay çalışması esnasında aya ilk ayak bastığı anda ezan sesini duyması gibi... İnsanın aklının almadığı olaylarda bilim yoluyla Allah’ın varlığına inanmışlardır. Ziya Paşa da
İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez. Diyor.
Biz herhangi bir şeyi belli sınırlar içinde bilebiliriz. İlmi kanunlar gerçeği belli bir ölçüde ifade eder. İnsan akıl sınırını aşan konularda inkâra yönelmemeli aksine aczini, güçsüzlüğünü anlamalı. Kutsallığına ve varlığına inandığı yüce yaratana sığınmalıdır. O zaman karamsarlığa ve ümitsizliğe düşmez. Böyle olunca da aklımızı daha iyi kullanmış oluruz.
Allah’ın varlığına daha birçok delil bulabiliriz:
—İnsanın yaşantısı sperma ile başlar. Bir damla su olan insan büyür yaşar ve ölür. Hayatın bir başlangıcı ve sonu vardır. O halde öncesi ve sonrası olan varlıklar yaratılmıştır. Resmi yapan ressamdır. Resim varlığını kâinattan alır. Kâinatın da bir ressamı vardır. Bu ressam Allah’tır.
— Uyuduğumuz zaman rüya görürüz. Bu da ruhun varlığını gösterir. Ruhu göremediğimiz halde varlığını rüya yoluyla kabul ederiz. Allah’ın da görünmediği halde varlığı gerçektir.
— Ölüm karşısında aciziz. Ölüme çare bulamıyoruz. Sonsuz olarak yaşamak ve yaşatmak gücünden yoksunuz. Bu da Allah’ın varlığının en büyük delilidir.
—Bir an için âlemde iki tane ilah olduğunu düşünelim. Birisi güçlü, diğeri zayıf. Birisi savaş ister, öbürü barış ister. Birisi ak der, öteki kara der. Mutlaka birisi diğerini yok eder. “Yerde ve gökte iki tane ilah olsaydı yer ve gök fesada uğrardı.” İki tane Allah aklen ve naklen mümkün olmadığına göre Allah birdir ve vardır.
—Kâinatın varlığı insanın elinde değilse bu kâinatı yaratan bir yaratıcı vardır. O da Allah’tır. Yeryüzünde belki adaletin uygulanmadığını düşünürüz. O zaman “adaleti ne zaman ve nerede kim sağlayacak?” sorusu da insanı Allah’a götürür.
—Hz. İbrahim: “Allah güneşi doğudan getiriyor. Haydi, sen de batıdan getir.” deyince o kâfir şaşırıp kalmıştı. Hz. İbrahim ile Nemrut arasında geçen bu ayeti mantık yürüterek şu sonuca vardırırız.
Güneşi doğudan doğdurmaya gücü yeten varlık gerçek Allah’tır.
Benim Allah’ım güneşi doğudan doğdurmaya gücü yetiyor.
O halde benim Allah’ım gerçek Allah’tır.
— Yine Hz. İbrahim: “Ben böyle sönüp batanları sevmem.” buyurmuştu. Yani batan yıldızı, ayı ve güneşi sevmem. Onlar Allah olamazlar.” sözü mantık kuralına göre:
Ay batıcıdır.
Allah batıcı değildir.
O halde ay, Allah değildir.
Görülüyor ki mantık bizi düşünmeye yöneltiyor. Mantığı kabul eden doğru düşünür. Doğru düşünen ise Allah’ın varlığını kabul eder.
Gönül ehline göre Allah’ın varlığını bulmak çok kolay. Biraz tefekkür etmek yeterlidir. Büyüklerden bir zata “tefekkür nedir” diye sormuşlar. O da: “Bana bir gül getirin.” demiş. Gül gelince nazarını güle dikmiş, bakmış bakmış, on beş dakika tefekkür ve tevehcühten sonra kendinden geçip bayılıp gitmiş. Yani gülün yapısını, rengini, nakışını, yaratanını düşünmüş ve kendisini aşk-ı ilahi’nin içinde bulmuş.