
Tesadüf mü?
Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı
Birinci dünya savaşının üzerinden ancak bir asır geçmiş bulunmaktadır. Ne var ki, Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti şu veya bu sebeple devamlı olarak dört bir yanından tacize uğramış ve hala uğramaktadır.
Aslında haritaya bakınca bu savaşlardan sonra Osmanlı toprakları üzerinde kurulan devletleri oluşturan nüfusun tamamının Müslümanlardan oluştuğunu görmekteyiz. Her ne kadar bazılarının içinde azınlık olarak Müslüman olmayan nüfusun bulunduğu bir gerçek ise de bunların durumlarından şikâyet ettiklerini o yıllardan bu yana pek duymadık. Ama bu devletlerle Türkiye arasında komşuluktan doğan bir uyumlu hayatın sürmekte olduğunu söylememiz de pek mümkün görünmemektedir.
Özellikle de bu rahatsızlığın Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı verildiği de bir gerçek olarak önümüze çıkmaktadır. Pek fazla geriye gitmeye ihtiyaç duyulmadan bizi rahatsız eden olaylara bir bakacak olursak bizi sınırlarımızın dışında rahatsız eden olayların da kendiliğinden oluşmuş olduğunu görmemekteyiz.
Bu durumda doğudan başlayarak komşu devletlerimizle aramızda gelişen tatsız olaylara bir bakacak olursak gördüğümüz tatsızlıkların bizden kaynaklanmadığını da görürüz.
Bilindiği gibi doğumuzda İran İslâm Cumhuriyeti bulunmaktadır. Bu devletle neredeyse dört asra varan bir zamandan bu yana savaş doğuran bir olay yaşanmamıştır.
Güneyimizde bulunan Irak ile de aramızda ordularımızın karşı karşıya geldiği bir çatışma olmasa da bu devlet toprakları kullanılarak güneyimizden devamlı olarak taciz edildiğimiz bir gerçektir. Anarşik olaylar bu topraklardan kaynaklanmaktadır.
Suriye de Irak gibidir. Çünkü hâlen bu topraklar üzerinde barınan ve bize karşı yönelen bazı azınlık grupların bulunduğu da yıllardır görülen ve bilinen bir durumdur. Bize karşı uygulanmaya çalışılan düzensiz saldırıların arkasında şüphesiz dıştan şu veya bu anlaşma üzerinde imzalarımız da bulunan güya dost fakat Müslüman olmayan nüfusa sahip devletlerin bulunduğu ve maddi ve manevi olarak destekleyip üzerimize sürdükleri ve bizi devamlı rahatsız ettikleri bir durum söz konusudur.
Biz bunların birini bertaraf edip sustururken, diğeri üzerimize kışkırtılmaktadır. Nitekim bu devletten bize kaçıp sığınan insanlar silâhlı olmayan sivillerdir. Yani asıl silâhlı olan gruplar her iki devlet içinde yuvalanmış ve bu durumu devam ettirmeye çalışan ve Batılı güya dost (!) devletlerin desteklediği militanlardır.
Bu grupların verdikleri rahatsızlıklar sürerken bir de bakıyoruz Batımızda bulunan ve güya bazı ittifaklar içinde yer aldığımız devlet bize karşı diş göstermeye çalışmaktadır. Bu da bütün diğerlerinin üzerine ekilmiş işin tuzu biberi olmaktadır.
Son günlerde depreşen bir yara da doğrudan bize karşı görünmese de aslında öyle olduğu kesin olan bir rahatsızlıkla, Ermeni-Azerbaycan olayı ile, karşı karşıya gelmiş bulunmaktayız.
Bütün bunlardan sonra durumu kendi kendimize bir düşünelim. Ancak oluşan olayların zaman ve zeminini de kaybetmeden düşünelim.
Biri bitmeden veya biterken diğerinin başlaması acaba bir tesadüf olabilir mi?
Bence bunların bir tesadüf olmadığı açık ve nettir. Peki, o zaman sebep ne olabilir?
Eminim ki, bunun sebebini uzun uzun düşünmeden ve bu konuda kafa yormadan her düşünen insan bulabilir.
Bunun sebebi ancak ve ancak ‘kafasını kaldırıp bu dünyada ben de varım’ diyen ve varlığını dünya âleme gösteren Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugün gelmiş bulunduğu konumu ve durumudur. Bunların hiçbiri tesadüf olamaz. Aksine belli bir noktadan plânlanarak oynanmaktadır.
Allah yardımcımız olsun ve bizleri aşırılıktan ve taşkınlıktan koruyarak uyandırsın.