Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

TERBİYEDE DÖVMENİN YERİ

Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

Yaratılmış canlılar içerisinde en şerefli olan insandır. Bundan dolayı kendisine ‘eşref-i mahlûkat’ (yaratılanların en şereflisi) denir. Bu şeref kendisine durup dururken verilmiş değildir. 
Her ne kadar topraktan yaratılmış olsa da bu onun şerefli olmasına engel değildir. Nitekim Allah ilk insan Âdem’i yaratınca daha önce ateşten yaratılmış olan şeytan ve cin’ler ile nurdan yaratılmış bulunan meleklere onun önünde eğilerek Allah’a secde etmelerini emretmiştir. 
Fakat bunlardan melekler tereddüt etmeden secde ettikleri hâlde şeytan kendisinin yaratılmış olduğu ateşin topraktan üstün olduğunu, dolayısıyla üstün bir maddeden yaratılmış bulunan kendisinin topraktan yaratılmış olan insanın önünde eğilerek secde yapmasını uygun bulmamış ve secde etmemiştir. 
Melekler her ne kadar yalnızca emredileni yaparlar ve bu sebeple de karşı gelmedikleri veya tercih etme hakları bulunmadığı için günah işlemezler ise de bilgilerini de artıramazlar. Çünkü insana verilen bazı özellikler onlara verilmemiştir. 
İnsan kendisine verilen akıl ve irade ile hem kendisi istediği şeyi yapar ve hem de bilgisini artırabilmek yeteneğine sahiptir. Bundan dolayı da iyi ve doğru düşündüğü konularda yaptığı işler de doğru olur. Fakat iyi düşünemediği konularda ise yanlış yapabilir, dolayısıyla yaptıklarından sorumludur. 
İnsanın böyle yaratılmış olması sebebiyle Allah zaman içinde, kendi aralarından seçip gönderdiği Peygamberleri aracılığıyla onlara doğru ve iyiye götüren yol ile yanlış ve kötüye götüren yolları gösterip bildirmiştir. Peygamberlerden sonra da yanlış yapmasınlar diye indirdiği bir kitapla onlara yol göstermeye devam etmiştir. 
Nitekim en son din olarak, en son peygamber aracılığı ile gönderdiği dinimiz İslâm Dini de böyle bir dindir. 
Hz. Peygamber (as.) hayatta iken kendisine bildirilen ve insanlara tebliğ ettiği dini hem hayatında yaşayarak ve hem de bıraktığı kitapta yazılı olarak bırakmıştır.
Bu konuların en önemlilerinden biri de insanların meşru yollardan üremeleri yolunu gösteren evlilik ve bununla kurulan birliğin nasıl işlemesi gerektiği bilgisini bizzat yaşayarak göstermiş ve yazılı olarak da bırakmıştır. 
Bilindiği gibi, Hz. Peygamber (as.) hayatını çok eşlilikle sürdürmüş ve bu konuda fiili olarak diğer Müslümanlara da örnek olmuştur. 
İnsan olarak eşlerinden zaman içinde olumsuz bazı davranışlar sergileyenler olmuşsa da O her zaman onlara karşı bağışlayıcı olmuş ve suçları büyük olsa da asla kendilerine bir fiske dahi vurmamıştır.
Ne var ki, geçmişten günümüze baktığımızda insanların bir birlerine karşı müsamahaları azalmış ve bazen en küçük bir hata bile affedilmemiştir. Hatta öfke kabarınca da hatalı kimseye dayak atmaktan da çekinilmemiştir. 
Bu sebeple de hataların düzeltilmesinde hatalı kimseye dayak atmak bir terbiye aracı olarak görülmüştür. Evde ve okulda suçlu görülen çocuk dayak yemekten kurtulamamıştır. Bazen bu durumun dayanılmaz noktalara ulaştığı da görülmüştür. Şöyle de söylenebilir: Suçlu görülen kimseler, o suçu bir daha işlemesinler diye onu dövmekle yola getirmek, kaçınılmaz bir terbiye aracı olarak görülmüştür. 
Bu durum yalnız çocukların dövülmesi ile sınırlı da kalmamıştır. Bazen evin içinde suçlu görülen çocukların yanında suçlu görülen annelerinin de kadının kocası tarafından dövüldüğü olmuştur. Hatta bu durum asırlarca sürmüştür. 
Fakat bu gün görebildiğimiz kadarıyla, son yıllarda durum biraz daha farklılaşmış görünmektedir. Her ne kadar hatalı ve suçlu olan kimseden sorumlu olanlar dayak atmayı tamamen ortadan kaldıramamışlarsa da bunun pek de iyi bir davranış olmadığı artık insanlar ve toplum içinde yaygınlaşmaya yön tutmuş görünmektedir. Bu sebeple de hatalı kimselerin dövülmesinden rahatsızlık duyulmaktadır. 

Yazarın Diğer Yazıları