Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

Olduğu Yerde Durup Kalmak

Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

Bir insan, insan olduğu için, kendi yaratıcısını tanımak ve O’nun gösterdiği yolda hareket edip kendisinden beklenen vazifelerini yerine getirmek durumundadır ve hatta zorundadır.

Bilindiği gibi, insan Allah tarafından topraktan yaratılmıştır. İlk insan da Âdem (as) dır. Bu sebepledir ki, insan ölünce toprağa gömülmekte ve cesedi tekrar toprak olmaktadır. İlk insandan günümüze bu konuda değişen bir durum söz konusu değildir.

Fakat nedense geçmişten günümüze insanoğlundan bazıları, ilk yaratanı ve yaratılanı unutarak veya yalnızca yaşadığı günde dünyaya gelen nesillere bakarak onu doğuran anne ve buna sebep olan babayı yaratıcı olarak görmeye başlamıştır.

Aslında yaratıcısı olan Allah, aynı zamanda kendisinin kim olduğunu ve dünyaya geliş sebebinin ne olduğunu, gelen her nesle bildirmek üzere hem peygamber ve hem de onunla birlikte daha kalıcı olan kitaplar da göndermiştir. Böylece insanoğlunu doğru yola, yani kendisinin yaratılış gayesine yakışan ve akla uygun olan yolda yürüyüp kendisine takdir edilen ömrünü tamamlayarak tekrar O’na döneceğini bildirmek üzere zaman içinde peygamberler de göndermiştir.

Bunlardan biri de en son gönderilen ve bizim de peygamberimiz olan Hz. Muhammed (as.) dır. O’nunla birlikte kalıcı olmak ve bütün insanları muhatap almak üzere Kur’ân-ı Kerim’i indirmiştir. Bugün yeryüzünde Allah tarafından peygamberler aracılığı ile indirilen ve her hangi bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelen tek ilâhî kitap da budur. 

Tabii her insan müstakil olarak irade sahibi olduğu için de bunu kabul edip etmemek konusunda müstakil rey sahibidir. İsteyen inanır, dileyen de inanmaz. İnananların, inanmayanlara karşı bir sözü olmadığı gibi inanmayanların da inananlara karşı bir tavrı olamaz. Bu durum her insanın yaratılıştan sahip olduğu akıl ve iradesinin bir gereği ve neticesidir.

Fakat nedense inananlar inanmayanlara karşı her hangi bir buğuz ve kin duymadan, beslemeden kendi inançlarını ve gereğini yaşamaya çalışırken, kendilerini bunların karşısında hisseden kişiler aynı davranışı sergileyememektedirler.

Bunun son örneğini bir İslâm Büyüğü olarak bilinen ve dünyaca tanınmış bulunan Mevlâna Celâlettin-i Rumi’nin güya ölümünün yıl dönümünde anmak üzere toplanan cemaatin huzurunda, hem de bu toplantıyı tertipleyen Belediye Başkanının yaptığı düşüncesizlikte görmüş bulunuyoruz.

Bilindiği üzere, Hz. Mevlâna’yı anma günü/gecesi tertip eden İstanbul Belediye Başkanı merasim başlarken okunmak istenen Kur’ân’ı Kerim’i aslına göre değil de kendi arzusuna göre tercümesini okutmuştur. Her ne kadar yapılan iş yapanı ilerici göstermek için yapılmışsa da bu aynı zamanda Kur’ânı olduğu gibi kabul edenlere karşı bir tecavüz niteliği taşımaktadır.

Çünkü Kur’ân indirildiği dil olarak kendisini muhafaza etmiş ve edecektir. Onun bir başka dile çevrilmişi Kur’ân değildir ve olamaz. O ancak Kur’ân’ın tercümesi olabilir. Hiçbir tercüme de aslın aynısı değildir ve olamaz.

Kaldı ki, kendisini anmak için toplandıkları Mevlâna da Kur’ân hakkında şöyle demiştir: “Ben sağ oldukça Kur’ân’ın kölesiyim”. Bunun aslı da şöyledir: “Men bende-i Kur’ânem, meğer cân dârem”.

Bir insan bir iş yaparken onu niçin yaptığını bilmeli ve gereğini yerine getirmelidir.

Ne yazık ki, bu davranış bana CHP’nin 1950 den önceki dönemde yaptıklarını hatırlattı. Onu da yazacağım. İnşallah.

Yazarın Diğer Yazıları