Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

Normal hayata dönüş

Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

Yaklaşık altı ay kadar öncesinden bugüne kadar sıkıntılı günler geçirdiğimiz bir gerçektir. Bu sıkıntılı günler hepimiz için geçerlidir. İster bu sıkıntıya sebep olan hastalık ve onu oluşturan mikrop bulaşan kimse olalım ve isterse onun yakınları ve içinde yaşadığı toplumdan olalım herkes bundan rahatsız oldu.

Dünyanın bir parçası üzerinde yaşayan bizler de aynı sebepten dolayı rahatsız olduk. Bu rahatsızlığın en açık göstergesi toplum olarak altı aydan beri evde hapis kalmamız olsa gerektir.

Hiç şüphesiz altı ay evlerimizde hapis hayatı yaşamış olmamız bundan sonraki hayatımızda unutamayacağımız günler olarak hatıralarımızda canlı olarak yaşayacaktır. Çünkü bu zaman dilimi sadece iz bırakıp geçen normal bir yaşama süreci olmamıştır.

İnanmış insanlar olarak böyle bir hayat geçirmemize sebep olan bu farklı hayat bizler için Allah’ın bir imtihanı olduğunu düşünmek en güzel bir değerlendirme olur. Çünkü bu hastalık ve bu hastalığa sebep olan en küçük bir mikrobun, kendisini dünyaya sığmayan ve sanki dünyayı yaratan ve her şeyi bilen bir kimse gibi görmeye başlayan biz insanlar için açık bir ders olma niteliği taşımaktadır.

Bu sebeple başımıza gelen böyle bir musibet bizleri uyarıcı olmalı ve Allah’a bizleri daha da yakınlaştırmalı diye düşünmemiz en doğru davranış olarak görülmelidir.

Görünüşe göre artık, normal hayat şartlarına doğru ilerlemekteyiz. Geçirdiğimiz günlerde hepimizi evlerimize hapseden, yapmakta olduğumuz ve yapmak istediğimiz işlerden alıkoyan bu hastalıktan kurtuluşa doğru adım atmaya başladık. Dolaysıyla artık önümüzdeki günlerde eski işlerimize nasıl adım atmamız gerektiği üzerinde kafa yoruyoruz.

Normal zamanlarda yaptığımız işler ve geçimimizi sağlamaya yönelik çabalarımız bu düşüncemizin başında gelmektedir. Altı ay uzak kaldığımız iş hayatımızın eski hâline döndürülebilmesi düşüncesi sanıyorum en çok üzerinde durduğumuz mesele olsa gerektir.

Ancak bu hastalık sebebiyle bizlere yapılan ve her gün tekrarlanan bazı ikazlara bir türlü de uyamıyoruz. Dolayısıyla yalnız kendimizi değil, birlikte olduğumuz kimseleri de tehlikeye atıp hastalığına sebep olabileceğimizi bir türlü düşünemiyoruz.

Neden böyle davrandığımız sorulunca da sanki doğru yapıyormuşuz gibi Allah’ın verdiği ömür bitmişse kimse bir şey yapamaz diyerek dini inancımıza dayandığımızı göstermeye çalışıyoruz. Yani her şeyin kadere bağlı bulunduğunu güya hatırlatmış olduğumuzu sanıyoruz.

Her şeyin kadere bağlı bulunduğunu biliyor ve inanıyoruz. Ancak kaderimizin ne olduğunu önceden bilmiyoruz. Allah bizim kaderimizi böyle yapsınlar diye belirlemiş de değildir. Çünkü kaderimizi belirleyen Rabbimiz bizim ne zaman ne yapacağımızı biliyor ve kaderimizi ona göre belirlemiş bulunuyor. Bizim inancımız böyledir.

Burada, kaza ve kadere imanımız gereği bilmemiz gereken husus, bizim ne yapacağımızı kendi irademizle seçip uyguladığımızı, yani yaptığımızı görüp bilmemiz ve bunu kendi serbest irademizle yaptığımız idrakinde olmamızdır.

Nitekim her gün bize yetkili elemanlar davranışlarımızı düzeltmemiz gerektiğini söyledikleri halde bir türlü onlara uymuyor ve uygulamıyoruz. Hastalığa doğru adeta koşuyoruz ve hastalanınca da suçu kadere yüklüyoruz.

İşin yanlış olan tarafı, bu noktada kendisini göstermektedir. Önce kendimiz bize düşeni yapmalıyız veya yaptığımıza inanmalıyız ki, sonraki düşüncemiz doğru olsun.

Unutmayalım ki, Allah hiçbir kuluna hiçbir zaman zulmetmez. Onlara yapamayacakları yükler yüklemez. Fakat O’nun kulları olan bizler- iyi bir iş yaptığımız zaman bundan memnun olur ve bunu kendimizin yaptığını söyleyerek övünürüz. Ama aksine zararlı bir iş yaptığımızda da kaderimizi suçlamaya kalkarız.

Yazarın Diğer Yazıları