
Neyi ve niçin yaptığını bilmek
Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı
İnsan olarak her birimiz dünyada bir takım işlerle meşgul olmaktayız. Hatta böyle davranmamız bizim varlığımızın ve hayatımızın bir gereği olduğu da muhakkaktır. Bundan dolayıdır ki, bir işle meşgul olmayıp aylak gezen veya çalışmadan geçimini temin etmeyi bekleyen kimselerden en basit iş görenlerimiz bile onu yadırgar ve hor görürüz.
Ancak bir işle meşgul olduğu halde işin gereğini yerine getirmek yerine kendisini görenlerin bir iş yaptığını zannetsinler düşüncesiyle hareket edenler de dünyamızda az denemeyecek kadar çok olduğu da bir gerçektir. Hatta bu konuda her birimiz ileri gitmekte olduğumuzu söylesek de yalan olacağını düşünemiyorum.
Bir iş yapan kimselerin yaptıkları işleri belli bir maksat için yapmış olmaları da muhakkak ki tabiidir. Yani kişinin o işi yaparken belli bir hedefi olmasından daha tabii olan bir şey yoktur. Aslında kişi yaptığı işten bir netice alabilmek için o işi niçin yapmak istediğini ve işin nasıl yapılacağını bilerek işe başlamalı ve gereğini de yerine getirmelidir.
Fakat günümüzde gördüğümüz böyle bir davranışın çok uzaklarında olduğumuzdur. Yani her hangi bir iş yapanımız o işin gereğini yerine getirmek üzere hareket etmekten çok uzakta bulunuyoruz. Bizden bekleneni beklendiği şekilde yapmak yerine bize o işi ‘yaptın mı?’ diye sorulunca ‘yaptım’ diyebilecek bir davranışın ilerisine pek geçemiyoruz.
Nerede ise millet olarak hayatımızı birinci sınıf bir hayat olarak yaşamayı, fakat iş yaparken onun gereğini yerine getirmekten uzak da olsa o işi başarmış bir kimse gibi görülmeyi arzu eder olduk.
Ne var ki, bu durum özellikle de yeni yetişenlerimizde daha bariz bir şekilde hissedilmekte ve görülmektedir.
Hiç şüphesiz bu durumun bir sebebi ve gerekçesi olmalıdır ve bence vardır da. Bu sebep elimizde olanla yetinmek değil, elinde ne, ne kadar olursa olsun, hayatın en üst seviyesinde yaşamak arzusu bizi bu noktaya taşımış bulunmaktadır.
Bir işi yaparken üzerimize düşen özen ve itinayı göstermek yerine ‘yaptın mı? Yaptım’ demek ve böyle bir ifadeyi bir sorumluluk ve işin gereği olarak düşünüp görmek ve bununla yetinmek bize daha kolay gelmekte ve kendimizi mutlu hissetmemizi sağladığı düşüncesine yönlendirmektedir.
İşi gereği gibi yapmak yerine bu kadar yapmış olmakla yetinmemiz ve hatta beklenenden önce işi bitirmiş olmanın keyfi ve zevkini de kendimize yoldaş edinmemiz, ardından da beklediğimiz dünyalığa kavuşmamız bizi beklediğimiz mutluluktan daha ileri bir noktaya ulaştırmaktadır.
Özet olarak söyleyecek olursak, yaptığımız işi niçin yaptığımızı ve nasıl yaparsak iyi yapmış olacağımızı aklımıza bile getirmeden, nasıl olursa olsun bir an önce olsun, düşüncesi bizi en büyük mutluluğa ulaştırmakta ve zevkini yaşatmaktadır.
Bu noktaya gelmiş olmamız ve yeni yetişmekte olan gençlerimize de bu yolu göstermiş bulunmamız ve böyle olunca mutluluk duymamız bizi ve yetiştirmeye çalıştığımız çocuklarımızı ve gençlerimizi de perişan etmemize sebep olmaktadır.
Yani gençlerimizi ‘dünya ve âhiret sorumluluğu bilinci ve bunu yüklenerek hayatlarını sürdürmeleri gerektiği düşüncesinde’ değil, sadece dünyada rahat ve maddi sıkıntı çekmeden yaşayabilmenin mutlu olmak için yeterli olacağı düşüncesinde yetiştirime gayret, çaba ve düşüncesinde olmamız bizleri bu noktaya getirmiş bulunmaktadır. Bugün gördüğümüz ve son olarak İzmir’de yaşadığımız ve yarın nerede, ne yaşayacağımızı bilemediğimiz ve asla şimdiden düşünmediğimiz felâketlerin asıl sorumlusu olanlar bizler, yani anne babalar ve onları yetiştirdiklerini düşünen aşağıdan yukarıya kadar bütün sorumluluk taşıyan herkestir.
Keşke bu felâket olsun, bize ders olabilse.