
Müslüman Kimliği
Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı
Kimlik denince akla ilk gelen bir kimsenin kim olduğu sorusudur. Çünkü bir kimsenin şahsiyetini onun ailesi, kavmi veya milleti ve dini belirler. Dolayısıyla kimlik, bir insanın kim olduğunu ortaya koyan, onu tanıtan özelliklerin/vasıfların toplamı, yani onun hüviyeti demektir. Çünkü bir kimseyi belirleyen özellikler bunlardır. Bu açıdan bakıldığında da Müslüman bir insan belli bir aileye, bir kavim yani bir millete mensuptur. Bunlar söylenince o kimsenin kim olduğu belirlenmiş ve bilinmiş olur.
Demek ki, bir kimsenin kim olduğu ancak bu özellikler söylendiği zaman herkes tarafından bilinir ve tanınır. Zira bir toplumda kişi bu özellikleriyle tanınır. Bunlardan biri meselâ dini söylenmese o kimsenin hüviyeti eksik olur ve dolayısıyla da kendisini tanımak mümkün olmaz. Tabii bu durum bir kimse başkalarına tanıtılırken ve o topluluk da din ve ırkı karışık olan bir topluluktan oluşuyorsa o zaman geçerlidir.
Oysa içinde yaşadığımız toplumda olduğu gibi, tamamı olmasa da çoğunluğu yani, yüzde yüze yakını Müslümanlardan oluşan bir toplum ise durum farklıdır. Nitekim bugün biz, içimizden bir kimseyi yine birilerine tanıtırken onun dinini söylemeyiz. Ancak bir kimsenin kimliğini oluşturan özelliklerden biri ve başta gelen özelliği onun dinidir. Dolayısıyla Müslüman olan bir kimsenin bir topluluğa tanıtılması sırasında bu özelliği söylenmezse o kimse gerçek olarak tanıtılmamış olur.
Diğer bir ifade ile Müslüman bir kimsenin genel tanıtımı esnasında onun Müslüman özelliği söylenmezse o şahıs doğru ve tam olarak tanıtılmış olmaz. Çünkü bir kişinin kimliğinin belirtilmiş olması ancak o kimsenin inanmış ve bağlanmış olduğu dininin de belirtilmesi ile tamamlanmış olur. Hatta bir kimseyi belirli bir şahsiyet olarak tanıtan onun inandığı dinidir.
Yani daha açık bir ifade ile söyleyecek olursak bir insanın kimliği sadece yaratılış olarak kim olduğu söylenmekle ortaya konmuş olmaz, olamaz. Eğer böyle olabilseydi bütün insanlar insan olma özellikleri sebebiyle kardeş olmaları gerekirdi. Geçmişten günümüze insanlar arasında vuku bulan savaşlar durumun böyle olmadığının en bariz delilidir. Ayrıca insanlık âleminin en gelişmiş ve aklen en üstün dönemini yaşadığımızı da her vesile ile söylediğimiz halde günümüzde geçmişten bugüne kadar, bütün insanların kardeşlikte bir ve eşit olduklarını ne gördük ve ne de işittik. Ne yazık ki, günümüzde de böyle bir düşünce ve uygulamayı görmek mümkün değildir.
Bu sebeple de günümüzde söylenip bilinecek, inanılacak ve uygulanacak tek söz Allah’ın şu âyetinin ifadesidir: “Ancak Mü’minler kardeştirler” (el-Hucurât, 49/10). Nitekim tarihte olan ve Kur’ân’ın da bildirdiği şu olay bunu teyit etmektedir: Biliyoruz ki, Peygamber Nuh zamanında bir tufan oldu. Bu tufanda Hz. Nuh a.s.’a inananlar O’nun tarafından yapılan bir gemiye binmişler ve her tarafı su ile kaplayan bir tufan olmuştu. İnanmayanların içinde Nuh’un bir oğlu da bulunuyordu. Fakat babasının bütün ısrarların rağmen gemiye binmemişti ve ben dağa çıkar kendimi korurum demişti de su da boğulmuştu. Nuh da Allah’a kendi ailesinin zarar görmeyeceği vadini iletti de Allah bu konuda şöyle buyurdu: “ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü o uygun olmayan bir amel sahibi idi (yani kâfirdi) (Hûd:49/46). Bu âyette insanlar arasındaki yakınlığın ve dostluğun esas sebebinin din birliği olduğu hatırlatılıyor.
Demek ki, insanlar arasında yakınlığı sağlayan din birliğidir. Çünkü kişiliği oluşturan ve birliği sağlayan unsurdur. Müslümanların kimliğini oluşturan da inandıkları din İSLÂM’dır.