Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

MECBURİ EĞİTİM

Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

Bugün eğitimimizin problemlerinden biri de Mecburi eğitimin süresidir. Bilindiği gibi, Cumhuriyetin ilk yıllarında köylerde ilköğretimin süresi üç yıl, şehirlerde ise beş yıl idi. 1950’li yıllardan itibaren de her yerde süre beş yıl olarak belirlendi. 
İlkokuldan sonra orta öğretim başlardı. Ancak ilkokuldan sonrası mecburi değil, isteyenlerin devam edebilecekleri okullar idi. Ortaokuldan sonra da Lise başlardı. Lise de mecburi olmayan eğitim ve öğretimin bir kademesi idi. Daha sonra ise yüksek tahsil isteyenler ve isteğe göre belirlenen meslek üzerinde devam ederdi. Öğretmen olmak isteyen öğretmen yetiştiren fakülte veya yüksek okula, doktor olmak isteyen de tıp Fakültesine giderdi. Yüksek tahsil veren kurum ya bir yüksek okul veya bir fakülte idi. 
Genelde Yüksek tahsili üstlenen fakülte veya yüksek okul, bütün istekleri o yıl karşılayamadığı durumlarda ise öğrenci bazen mecburi istikamet olarak kazanabildiği fakülte veya yüksek okula devam etmek mecburiyetinde kalırdı. Lise mezunları bunlardan birisine girebilme imkânı bulabilirse oraya devam eder ve Fakülte veya Yüksek Okul mezunu olarak ya bir resmi dairede çalışma imkânı arar veya kendi işini kurarak hayatını sürdürürdü.
Fakat bilindiği gibi günümüzde bu kademeler kendi içinde gözetilir olsa da eğitim birliği sağlandı ve ilk, orta ve lise seviyesinde toplam on iki yıl, mecburi eğitim haline dönüştürüldü. Bu yılların tamamını ister kademelendirerek değerlendirelim, ister hepsini tek kademe sayalım durum değişmez. 
Yani çocuk okula başladığından itibaren zorunlu olarak on iki yıl mecburi bir tahsilden geçmek durumundadır. Kabiliyetine veya isteğine göre ayrılarak veya çocuğun ve velisinin kendi seçimine göre ileride icra etmek istediği bir mesleğe hazırlanmak için değil, bir tahsil süresini tamamlamak için böyle bir öğretim süresini tamamlamak mecburiyetindedir. 
Tabii bu durumun getirdiği bazı sıkıntılar ister istemez, ortaya çıkmaktadır. Çünkü hayata baktığımızda bir iş fabrikasyon hâle gelmiş olsa dahi, fabrikada üretilen şeyin birçok kademelerden geçmesi gerekmektedir. Her kademede çalışan kimseler ise ancak kendilerine verilen işi yapmaktadırlar, zira onun ustası olarak yetiştirilmişlerdir. 
Yapılacak her bir işin kendine özel durum ve şartları vardır. Bir işi yapabilmek için de el becerisinin olması ve geliştirilmesi gerekir. El becerisini kazanabilmek için de o işe belli bir yaşta başlamak gerekir. Binaenaleyh küçük yaşta eli tornavida veya çekiç gibi ilerde kullanacağı bir âleti tutmamış olan kimsenin bu beceriyi yirmi yaştan sonra kazanabilmesi ve kullanabilmesi pek mümkün değildir. Bugüne kadar tecrübeler de bunu göstermiştir. 
Yani çırak, kalfa ve usta olarak bir esnaf veya sanatkâr olmak isteyen bir kimse on iki yıllık mecburi eğitimden geçtikten sonra böyle bir özelliği kazanabilmesi ve bu işe soyunması kolay değildir. Yaş itibariyle de sanatkâr olabilmek için de durum buna müsait değildir. Çünkü o yaştan sonra çıraklığa soyunmak da çok zor bir iştir. Bu yaştan sonra el becerisini kazanabilmesi de zordur. 
Konuya memleketimiz insanlarının geleceği açısından da meslek edinme açısından da baksak on iki yıllık mecburi eğitimin yersiz ve gereksiz olduğu görülecektir. 
Konuya sermaye yatırarak işi kurmuş olan kimse açısından baksak da farklı bir durum görmemekteyiz. İşi kuran ve bundan bir üretim ve gelir bekleyen kişi yirmi yaşından sonra işe başlayarak öğrenecek bir kimseyi istihdam edemez. 
Bu sebeplerle on ilki yıllık mecburi eğitim süresi memleket şartları göz önünde bulundurularak yeniden gözden geçirilmelidir. 

Yazarın Diğer Yazıları