Kutlu Doğumun Hatırlattıkları
Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı
Hatırladığınız gibi geçen hafta bugün Hz. Peygamber (as.) Efendimizin doğum gününü kutlamıştık. Bu kutlamada O’nu anlatan ve öven Mevlüt (Mevlid-i Nebi) okuduk veya dinledik. Fakat okunan ve bu arada tilâvet edilen Kur’ân-ı Kerim’in ne dediğini pek anlamadık. Çünkü ifadeleri bizim bugün kullandığımız ifadelerden farklı idi. Ayrıca bunu anlatan bir açıklama da yapılmamıştı.
Bu rağmen biz bu okuyuşları belki de büyük bir heyecanla, huzu’ ve huşu içinde dinledik. Bütün bunlardan sonra o günden bugüne içimizde ne kaldığını bir yoklasak acaba kalbimizde ve kafamızda ne bulabiliriz?
Eminim ki, sadece okuyan kimselerin nasıl okuduklarını, kullandıkları makamı veya okuyucuların, okurken davranışlarını hatırlamaktan başka bir şeyden bahsedemeyiz.
Dikkat ederseniz, doğumundan ve hayatından nağmelerle bahsedilen bu bestelerde dünyamızın yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan bütün insanların Yaratıcımız Allah’ımız katında en büyük, en sevgili, en değerli insanından bahsedilmektedir. Ancak bu özellikler, nağmeler arasında kaybolup gitmektedir. Bugün o günden bizim üzerimizde kalan güzelliklerin ne olduğu bize sorulsa eminim ki, okuyan hafızlarımızın güzel na’melerinden başka bir şey kaldığını söylememiz mümkün değildir.
Çünkü doğumunu çoşku ve na’melerle okuyup dinlediğimiz Peygamberimizin (as.) bize tebliğ ettiği ve hayatımızda uygulamak durumunda olduğumuz dinimizden neleri tam olarak ve neleri eksik yaptığımız veya hiç yapmadığımız konusu asla hatırımıza bile gelmemiştir. Çünkü biz, okunan mevlidin beste ve na’me coşkularına dalmış bulunuyorduk.
Aslında, doğum günü anlatılan ‘Zât’ın, Hz. Peygamber (as)ın, bizim inandığımız, Peygamberimiz (as) olduğunu, hatırlayıp az ve öz de olsa da hayatını bilmemiz ve bilmiyorsak bu günü vesile bilip öğrenmemiz gerekirdi, diye düşünüyorum. Bu sebeple de kısaca bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.
Hz. Peygamber (as) dünyayı teşrif ettiklerinde babası Abdullah, hayatta değildi. Dolayısıyla O (as) babasını dünya gözüyle göremedi. Doğumundan sonra dört yaşına kadar, sütannesi Halime’nin yanında, bundan sonra da iki yıl annesi Âmine’nin yanında kaldı. Çünkü babası O (as), doğmadan vefat etmişti ve kabri Medine’de idi. Altı yaşında iken annesi O’nu Medine’ye babası Abdullah’ın mezarını ziyarete götürdü ve dönüşte Ebva denilen yerde hastalanıp orada vefat etti. Dolayısıyla Efendimiz altı yaşında iken, hem baba, hem de anneden öksüz ve yetim kaldı. O’na (as) dedesi Abdülmuttalib sahip çıktı. Fakat O da kısa süre sonra ölünce Amcası Ebû Talip yanına aldı. Dolayısıyla amcasının hanımı da O’nu sahiplendi ve artık Hz. Peygamber Efendimiz (as), amcasının yanında yaşamaya başladı.
Amcası ticaretle uğraşan bir kimse idi ve Efendimiz de o yaşta kendi çabası ile ailenin gelirine katkı sağlıyordu ve onlara yük olmak istemiyordu. Yaşı ilerledikçe de Amcası ile ticaret kervanlarına katılarak hayatını sürdürüyordu.
Bu kısa anlatımdan dahi nasıl bir netice çıkarmamız gerektiğini düşünmemiz ve günümüze göre değerlendirmemiz bile bize yetmez mi?