
Kutlu Doğum
Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı
Önümüzdeki Çarşamba gününü Perşembeye bağlayan gece ‘kandil’dir. Yani ‘Mevlid Kandili’dir. Yani Hazreti Peygamber Efendimizin doğduğu, dünyayı teşrif ettiği günün gecesidir. Bu ve dinimizde ‘Kadir Gecesi’, ‘Mi’raç Gecesi’, gibi kutsal saydığımız bazı gün ve gecelere ‘kandil’ dememizin sebebi bu gecelerin Osmanlılar zamanında bütün cami minarelerinden yakılan kandillerle kutlanmasından dolayıdır. Mevlid Kandili’nin anlamı da Hz. Peygamber a.s.’ın bu gecede doğmuş olmasındandır.
Bilindiği gibi bu gece de biz mü’minler için kutsal sayılacak bir gecedir ve bundan dolayı da tarafımızdan kutlanmaktadır. Dolayısıyla bu gecelere, uzun bir yıl içinde geçirdiğimiz ve dünyalık peşinde koştuğumuz gün ve gecelerde belki hatırımıza bile gelmeyen bir gecenin hatırlanmasına vesile olmaktadır.
Çünkü günümüzde artık yaşayışımızı düzenleyen ve hatırlanması istenen gün ve geceler atalarımızın hatırladıkları dinimizce de hatırlanması uygun olan diğer gün ve geceler farklılaşmış bulunmaktadır. Meselâ kendi doğum günümüzü ve Yılbaşı gecesini asla unutmayız ve kutlamaktan uzak durmayız. Ama bir ‘Kadir Gecesi’ veya ‘Mi’raç Gecesi’ni ancak takvimlerde yazılmış görünce ancak hatırlayabilmekteyiz. Bu bakımdan günlük kullandığımız takvimlere baktığımızda bu ve benzeri gün ve geceleri ancak eriştiğimiz günde hatırlayabilmekteyiz.
Benim gününden önce hatırlatmak istememin sebebi de bundandır. Peki, ‘hatırlayınca ne yapıyoruz veya ne yapmamız gerekir?’ diye kendi kendimize sorduğumuzda en azından dünya iş ve engellerine hiç olmazsa bu gün ve gecelerde olsun biraz uzaklaşarak kendimizi hatırlamalıyız.
Dikkat edersek günlük işlerimizle o kadar yoğun bir ilişki içindeyiz ki, bazen yemek yemeyi bile unutabilmekteyiz. Fakat bizi yaratan Rabbimize kulluk görevlerimizi bile yapmaktan uzak kalabilmekteyiz. Hiç olmazsa bu gibi gece ve günler sebebiyle dünyalık işlerimize kısa bir ara vererek kendi kendimizi bir sorgulama fırsatını değerlendirmeliyiz. Yani ben günlük olarak ne gibi işler yapıyorum? Yaptığım işlerim bana aileme ve diğer din kardeşlerime ne gibi yarar sağlamaktadır?
‘Ben bu işleri inandığım ve sorulduğunda inandığımı söylediğim dinime uygun ve başkalarına zarar vermeyen bir iş olarak mı yapıyorum?’ Veya ‘ben bunu nasıl yaparsam dinime uygun olarak hareket etmiş olurum? Yaptığım işler dinimin benden beklediği bir davranışın eseri midir? Yoksa yapmam gereken iş ve amellere engel mi olmaktadır? Dolayısıyla elde ettiğim kazancım helâl midir?’ gibi sorularla kendimizi ve yaptığımız işleri sorgulamalıyız.
En iyisi O’nun hakkında Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’inde bize bildirdiği özelliğine kulak verip kendimize gelmemizi sağlamaya çalışmaktır. O bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Muhammed Allah’ın (resulü) elçisidir ve O’nunla birlikte olanlar da inkârcı kâfirlere karşı tavizsiz ve kararlıdırlar; kendi aralarında ise merhametlidirler. Onların (namazlarında) eğilerek, yere kapanarak Allah’ın lütuf ve rızasını aradıklarını ve secdenin izlerini simalarında görürsün. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır; İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sapları üzerinde boy atmış çiftçilerin hoşuna giden bir ekine benzerler. (Bu örnek) kâfirleri (inkârcıları) öfkelerini artırmak içindir. Allah iman edip salih amel işleyenlere mağfiret (bağışlanma) ve büyük ecir vaad etmiştir” (Fetih, 29).
Allah biz müminlere sadece böyle gecelerde değil, her gece kendini bilen tanıyan ve imanının gereğini yerine getiren, inandığı dinin sınırları içinde hayatını sürdüren kullarından eylesin. Bu gibi geceler münasebetiyle uyanmamızı nasip eylesin. Âmin.