
Allah'a yazılan mektup
Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı
Eminim ki, bu başlığı okuyan kimsenin aklına ilk gelen ‘bu da ne demek?’ ya da ‘şimdi bu da nereden çıktı?’ veya bunlara benzer bir şey aklına gelmiş, ya da kendi kendine söylenmiştir.
Aslında bu konuda böyle söylem ve benzer düşüncelerin akla gelmesi hiç de garip değildir. Çünkü normalde olacak ve hiçbir insanın müspet olarak değerlendireceği cinsten bir başlık ve ifade değildir.
Tabii ki benim düşüncem de böyledir. Fakat ne var ki, notlarımı karıştırırken böyle bir notla karşılaştım. Sonra da bunu okuyucularımla paylaşayım istedim. Belki böyle insanların da dünyada var olabileceğini ve tabii olarak kendilerini yoklayarak üzerlerinde bir durum değerlendirmesi yapabileceklerini düşündüm. Zira böyle bir mektup neşredilmiş olmalı ki, benim elime de geçmiş olsun.
Doğru böyle bir mektuptan haberdar olmuş bulunuyorum. Ancak bunun nerede neşredildiğini ben de bilmiyorum. Çünkü bir not, kayıt koymamışım. Ne var ki, neşredildiği yerde bir de resim bulunmakta imiş. Zira resmin görüntüsünde bu kişinin yeri gösterilmekte ve kendisi de resimde işaret edilmektedir. İşte mektup:
l965 yılında vefat eden Elâzığ Tımarhanesindeki bir “deli”nin (resimde ortadaki diye işaret edilmektedir) Allah’a yazdığı mektubu…
“Ben dünya kürresi, Türkiye Karyesi ve Urfa Köyünden, El-Aziz (Elâzığ) Tımarhanesi (Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi) sakinlerinden; ismi önemsiz, cismi değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir abdi âcizin, âhir deminde misafiri Azraili beklerken, Başhekimlik üzerinden Hâkimler Hâkiminin Dergah-ı Ülûhiyetine son arz-ı hâlimdir:
Ben gam (dertlilik) deryasında, fakirlik vatanında, horluk ve rezillik kaftanında PADİŞAH yapılmışım.
Meyvalardan dağdağana (çitlembik), çalgılardan ney-kemana kapılmışım… Benim yatağım akasya dikeninden, yorganım kirpi dikeninden farksızdır. Kalbim Ayizman’ın (Hitler’in işkenceci Nazi Komutanı) fırını ve sahra’nın çöl fırtınasıdır.
Ruhum âşık-ı Hüdâ Mahbub peresttir, lâkin aklım kaderin cilvesi ve talihin sillesiyle gurestir (gelgittir). Bana gelen derd ü gamın kilosu beleştir. Nerede bir güzel varsa bana karşı keleştir (yüz vermez, cesaretlidir). Bütün yiğitler de bana ters ve terestir.
Aylar geçti, temizliğim tek gözyaşıyla ve toprakla aldığım teyemmüm, abdesttir. Yani içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir.
Ol Resuli Zişan ve Sultan-ı dü cihan (iki cihan sultanı) “Cenâb-ı Allah’ın insanları dünya, dünyayı ise insanlar için yarattığını; erkekleri kadınlar, kadınları erkekler için yarattığını; cenneti mü’min kullar, mü’min kulları da cennet için yarattığını” hadisleriyle haber vermiştir.
Peki acaba benim gibi meczup divaneleri ne maksatla halk etmiştir?
Bilen babayiğit meydana çıkıp söylesin.
Bu sözleri bir akıllı ve tecrübeli, aynı zamanda da din ve diyaneti bilen tam iman sahibi bir insan söyleseydi, tecrübeden doğmuş, güzel bir nasihat olarak kabul eder ve kendisine de böyle bir hatırlatmasından dolayı teşekkür ederdik, her halde.
Fakat kendisini bile doğrudan tanıyıp bilebileceğini asla düşünmediğimiz ve düşünemeyeceğimiz bir meczuptan hem Allah’ı ve hem de ahreti dinlemek bizde nasıl bir tesir bıraktı ve ne düşündürdü? Üzerimizde bıraktığı intiba nasıl oldu?
Bu konu gerçekten düşünmeye değmez mi?