Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

Akılsızlık mı utanmazlık mı?

Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı

Akıllı ve iradeli olarak yaratılan insan diğer yaratıklardan bu özellikleri ile ayrılmış bulunmaktadır. İrade, insana yön veren, karar verme ve istikamet belirlemede manevi bir güç, akıl da bunların nerede ve nasıl kullanılması gerektiğini belirleyen bir yetenektir. Bu yönleriyle diğer yaratılmış canlılardan üstünlük kazanmış bulunmaktadır.

Bu durum da insanın yaptıklarından sorumlu olmasını gerektirmektedir. Çünkü yaptığı işlerin bir kısmı kendisi, hemcinsleri ve diğer canlılar için faydalı olabileceği gibi aksine zararlı da olabilecektir. Ne var ki, akıllı olan insanların hepsi yaptıkları işlerinde her zaman hem kendisi ve hem de diğer yaratıklar için faydalı olan şeyleri yapmaz. Zira kendi nefsini her konuda ve her zaman önceler. Kendi nefsini ön plânda tutunca da başkalarının zararına olabilecek işleri de yapabilecektir. Öteden beri olduğu gibi, günümüzde de insanlarımızın davranışlarına baktığımızda bunun doğruluğunu görmekteyiz. 

Yani akıl ve iradesini bazen beklenen ve istenen yönde kullanmayan veya yanlış yönde kullanan insan yaptığı işler sebebiyle, kendi durumunu aşağı düşürmekte ve kendisinin diğer insanlar nezdinde hor görülmesine ve en azından kınanmasına sebep olmaktadır.

Horlanma veya aşağılanma ise tabiatıyla bu konularda normal davranan diğer insanlar tarafından belirlenmektedir.

Bu durumda akıllı olan insanların iradeleri ile yaptıkları işler, ya kendisine ceza verilmesi gerekmeyecek kadar hafiftir veya karşılığında cezayı gerektirecek kadar ağır. 

Eğer yapılan iş, cezayı gerektirecek kadar ağır olursa bunun adı o zaman ‘suç’ olur ve bunun karşılığı ceza olarak belirlenir. Dinimizde de inanların davranışları kategorize edilerek belirlendiği gibi; Devlet, kabile ve oba olarak yaşayan topluluklarda da bunlar tasnif edilmiş ve uygun olmayan davranışlara farklı cezalar belirlenmiştir.

Şüphesiz bu durum hem dinimizde ve hem de bir devlet sınırları içinde yaşayan fertler için önceden belirlenmiş ve bilinen hususlardır.

Ancak cezası belirlenmeyen, yani ceza verilmesi gerekmeyen, fakat insanların iradeleri ile veya irade dışı yaptıkları bazı işler de vardır ki, bunlar toplum içinde hata ve kusur olarak nitelenir ve bunun değerlendirilmesi toplumun kendi içinde inançlarına, yaşayışlarına ve toplum anlayışlarına göre yapılır.

Davranışların nasıl olması gerektiği toplumun umumi kabulü çerçevesinde, ister inandıkları dinden gelen ister toplumun kendi yaşayışlarından çıkarak umumileşmiş ve kabul görmüş olsun, böyle bir davranış sergileyen kimse en basitinden ayıplanır ve kınanır. Bu sebeple de böyle davranışta bulunan kişi, yaptığından utanır ve sıkılır. Manen büyük bir eziklik hisseder.

İşte bu duruma düşen bir kişi içinde bulunduğu toplumdan özür diler, onlar da bu durumu hoş görürler. Böylece bir sıkıntı kalmaz.

Fakat nedense bazı durumlarda hata yapan kimse özür dilemede bulunmaz. Bunun sebebi, her ne kadar yaptığı hareketin veya söylemiş olduğu sözün içinde bulunduğu toplum tarafından hoş görülmeyecek bir hata olarak görülse de işleyen kişi onu bu derecede kir hata olarak görmeyebilir veya içinde bulunduğu toplumun bu gibi anlayışlarından haberdar değildir.

Ancak hangi durumda olursa olsun, kişi hata yaptığını anlayınca, yani orada bulunanlar tarafından yaptığı hareketin hata olduğu, onların sözlerinden veya hareketlerinden anlaşılınca özür dilemelidir. Akıllı bir insan için en doğru olan davranış budur.

Durum böyle olması gerekirken, içinde yaşadığımız ortamda salgın halde bulunan hastalıktan korunma çareleri ilgili ve yetkili kimseler tarafından belirlenip ilân edilmiş olmasına rağmen, kendisini düşünmesi gerektiği bir tarafa suçsuz ve masum kimselere verdiği zararı görmemezlikten gelmek kişide utanma duygusunun olmadığını veya durumu idrakten yoksun olduğunu gösterir.  Hiç şüphesiz bu durum sadece kınanmakla kalacak bir davranış da değildir.

Yazarın Diğer Yazıları