Anadolu’da tasavvufun en önde gelen temsilcilerinden birisi Mevlana’dır.
Anadolu insanı ona büyük sevgi, saygı beslemiş ve düşüncelerini benimsemiştir.
Aradan yaklaşık 700 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen onun düşünceleri hala Türk halkının ilgi ve sevgisini çekmeye devam etmektedir.
Tasavvuf, söz (kal) yolu değil hal (iyi ahlak) yolu, velayet (ilm-ü ledün) vasıtalı bir yol olup, Hakikat adı verilen değişmezliğe ulaşmayı amaçlamaktadır.
Tasavvuf, kafanda ne varsa atmak, elinde ne varsa dağıtmak, önüne ne çıkarsa çıksın ona yüz çevirmemektir.
Yani zihni kötü düşüncelerden arındırmak, cömert olup başkalarına ikramda bulunmak, karşına hangi çeşit insan çıkarsa çıksın (iyi-kötü, güzel-çirkin, kadın-erkek, dinli-dinsiz) hepsine iyi gözle bakabilmektir.
Tasavvuf, herkese dost olmak, kimseye yük olmamak, gül bahçesinin gülü olmak, diken olmamaktır.
Tasavvuf, ilahi ahlakla ahlaklanmak, bencillikten kurtulup, kendisinden çok başkasını düşünmektir.
Bir diğer anlamda tasavvuf sevgi ve aşk felsefesidir.
Nitekim Hz. Muhammed bir hadisinde “Allah güzeldir, güzelliği sever, kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları hor görmektir”, buyurmuştur.
Allah, mutlak cemal ve kemal sahibi olarak her türlü güzelliğin kaynağıdır.
İnsan, Allah’ı ne kadar tanırsa (marifeti artarsa) O’na karşı olan sevgi ve aşkı da o oranda artar.
Zamanın başlangıcından önce Allah mutlak güzellik idi.
Mutlak Varlık, Mutlak Güzellik veya mutlak gerçek olan Allah, var olmayan bir dünya, yani yokluk dünyası ile bilinebilirdi.
Yine tasavvuf ehli arasında meşhur olan bir kutsi hadis vardır: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, beni bilsinler, tanısınlar diye mahlûkatı yarattım.”
Buna göre başlangıçta sevgi, Allah’tan çıkmış ve evrenin yaratılmasına sebep olmuştur.
Bunun için tasavvufta esas olan ulvi ve ilahi aşktır.
Gerçek aşk, insan ruhunun Allah’a karşı özlemidir.
“Sen olmasaydın evreni yaratmazdım”, hadis-i kutsisi gereğince Allah, Hz. Muhammed’in hatırı için diğer insanları ve evreni yarattı.
Adem yasaklanan meyveyi yiyip günahkar olduktan sonra cennette Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun Resulü ’dür yazısını okudu ve Muhammed’in aşkına kendisinin Allah tarafından affedilmesini diledi.
İşte asıl tasavvuf burada başlamaktadır.
Çünkü Tasavvufun temeli, yaptığı kötülükten pişman olmaya dayanır.
İnsan noksan bir varlık olduğu için sürekli hata yapabilir.
Önemli olan hatayı kabul etmek ve bundan pişman olarak doğru yola yönelmektir.
Tasavvufun temeli üç esasa dayanır: Zikir, sabır, şükür.
Yani yaratanı sık sık anmak ve Ondan gaflette bulunmamak, başına gelen belalara, kazalara ve diğer insanların çiğliğine sabretmek, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmek, nankörlük etmemektir.
Tasavvuf, insanın eğitimini esas alan ve onu olgunlaştırmaya (kâmil insan) çalışan bir yoldur.
Tasavvuf eğitiminde kulun, derece derece kötü huylarını terk etmesi, onların yerine iyi huyları koyması, cehaleti yok etmesi, bilgi ile bezenmesi, gafletten kurtulması ve her an Allah’ı hatırına getirmesi gerekir.
Burada dikkati çeken husus, Rabia’nın sadece güzeller güzeli olan ve güzelliği hiçbir yaratığın güzelliğine benzemeyen ve bütün insanlığın ilk ikrarını verdiği “Kalu Bela”da O’nun güzelliği karşısında mest olup kendisinden geçtiği o olağanüstü güzelliği istemesidir.
Özet olarak tasavvuf, başta Allah aşkına, sonra işlenilen günah ve yapılan kötülüklerden pişman olup, tövbe etmeye ve onları tekrar yapmamaya, Allah’ın yaratığı olmalarından dolayı bütün insanları hoş görüp sevmeye ve bütün canlıları korumaya, almak yerine bol bol vermeye ve açları doyurmaya, buna karşılık kendi nefsini terbiye etmek için fazla yememeye, kötü söz söyleme ihtimaline karşı az konuşmaya, vaktinin çoğunu uykuda geçirmeyerek çalışmaya, topluma ve insanlığa faydalı olmaya dayanır.
Konya Mevlana ve Tasavvufu tüm dünyaya tanıtarak, insanlığa sevgi, anlayış, hoşgörü, zikir, sabır, şükürde örnek olmuş ve olmaya da devam edeceği düşüncesindeyim…