Nefise Gürbüz

Osmanlı Dönemi'nin Ebû Hanîfesi: Molla Hüsrev-1

Nefise Gürbüz

Asıl adının Mehmed . Feramerz ( Feramurz) b. Ali olan Molla Hüsrev, Yozgat civarındaki Yerköy’e ağlı Kargın köyünde bulunan Türkmenlerin Varsak kabilesindendir. Molla Hüsrev’in babası Ferâmurz, vefat ettiğinde küçük yaşta olan Mehmed’i eniştesi Hüsrev Bey koruması altına almış, bu nedenle ona önceleri “Hüsrev kaynı” lakabı takılmış, daha sonra doğrudan eniştesinin adıyla Hüsrev olarak anılmaya başlanmıştır. Rum vilayetinde ilk eğitimini aldığı bilinmektedir. Molla Hüsrev muhtemelen eniştesinin himayesi altında tahsilini ilerletti. Bursa’da Molla Fenârî’nin oğlu Bursa Kadısı Yûsuf Bâlî’den icâzet aldı. Ayrıca Edirne’de Sa’deddin et-Teftâzânî’nin öğrencilerinden Burhâneddin Haydar Herevî ile Molla Yegân ve Şeyh Hamza gibi Osmanlı âlimlerinden eğitimler aldı.

İlk resmî görevine Edirne’de Şah Melek Medresesi müderrisi olarak başladı. II. Murad’ın, saltanatı oğlu Mehmed’e terk etmesi sırasında (1444) kazaskerliğe getirildi. II. Mehmed, tahta çıktıktan sonra, müderris mi yoksa kadı mı olduğu konusunda bir netlik yoktur. Muhtemelen II. Murad’ın yeniden tahta çıkışının (1446) ardından bu görevden ayrıldı ve Edirne kadısı oldu. Kaynaklardaki bilgiler ışığında, onun II. Mehmed’le birlikte Manisa’ya dönmeyip Edirne’de kaldığı da söylenmektedir.

Bazı kaynaklarda ise bu süreçte görevi hakkında, muhtemelen kadılık görevinden ayrılmış ve kendisine bir tahsisat bağlanmıştı. Onun İstanbul’un fethi sırasında II. Mehmed’i destekleyen grupta yer aldığı bilinmektedir. Fethin ardından İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’in vefatı üzerine (1459) İstanbul kadılığına getirilen Molla Hüsrev’e ayrıca Galata ve Üsküdar kadılıkları ile Ayasofya Medresesi müderrisliği görevi verilmiştir.

Kaynaklardaki rivayetler doğrultusunda (1472-73) yılında Molla Hüsrev, bir düğün cemiyetinde dönemin âlimlerinden Molla Gürânî’ye padişahın sağında, kendisine solunda yer verilmesini ilmî derecesine uygun bulmadığından İstanbul’u terk edip Bursa’ya gitti. Bursa’da Emîr Sultan’a yakın Zeyniler semtinde bir arsa satın alarak Hüsrev Medresesi adıyla anılan medresesini yaptırdı. Bu medrese vakfiyesine göre başlangıçta yirmili medrese olarak kurulmuş, (1591-92) yılında kırklı, (1595-96) yılında ellili medrese pâyesine çıkarılmıştır. Fâtih Sultan Mehmed, Molla Hüsrev’i tekrar İstanbul’a davet etti ve muhtemelen, (1473-74) bir süre sonra onu İstanbul müftülüğüne getirdi. Molla Hüsrev vefat tarihi olan (1480) yılına kadar bu makamda kaldı. Cenazesi Bursa’ya götürülerek Hüsrev Medresesi’nin hazîresine defnedildi. Kaynaklarda Molla Hüsrev’in Celâleddin adında bir oğlu ile Hüsrevzâde lakabıyla meşhur Mustafa Efendi adında bir torunu olduğu belirtilmektedir.

Maddi imkânı çok iyi olmasına rağmen Molla Hüsrev gayet mütevazı bir hayat yaşamış, vakur, hayırsever ve dindar tavırları sebebiyle halk nazarında büyük bir saygı ve itibara sahip olduğu kaydedilir. Kadılık görevini gönülsüz kabul ettiğini söyleyen Molla Hüsrev, bir yandan boşuna zaman harcamasına yol açan böyle bir işle imtihan edilmesi yüzünden üzülürken, diğer yandan hukuk tatbikatının içine girmenin onu bu sahada ihtiyaç duyulan bir metin (Ġurerü’l-aḥkâm) kaleme almaya yönelttiğini, dolayısıyla bunun kendisi için hayırlı bir imtihan olduğunu belirtir. Yine kendi açıklamasına göre bu metni tamamlamak üzereyken kadılık görevinden kurtulmuş ve peş peşe gelen bu iki nimet vesilesiyle şükranda bulunmak için onu şerh etmeye koyulmuştur.

Kaynaklarda ayrıca Gureru’l-Ahkam eserinin yazılması hadisesi şöyle anlatılmaktadır: 1467 yıllında yakalandığı salgın veba hastalığından kurtulması için Allah’a şöyle bir duada bulunur: “ Şanı Yüce ve gücü büyük olan Allah, eğer beni, O’nun maarif ve ulum çöllerinde idrak ve fehm sahalarında mesafe katetmeye kadir olacağım şekilde bu afetten kurtarırsa, ihsan edilmiş ömrümün kalan kısmını mendup ( şeriatça yapılması uygun görülen) bir yol ile kalbimdeki şu şeyi ortaya koymaya harcayacağım”  der. Veba hastalığından kurtulan Molla Hüsrev,  Yüce Allah hastalık ardından kendisine ihsanda bulunduğu ve şefaat ve merhamet hazinelerinden selamet elbisesini giydirdiği belirtir. Arzu ettiği işe başlar. Bu meşhur eseri ise; “ Gureru’l-Ahkam” dır.

Değerli okuyucular yazının devamı haftayadır.

Yazarın Diğer Yazıları