Fahrüddin Iraki
Nefise Gürbüz
Hz. Mevlana’nın yakın dostlarındandı ve birlikte sema yaparlardı
Fahrüddin Iraki, İran’ın Hemedan taraflarında Kumcan köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı İbrahim b. Şehriyar’dır. Fahrüddin ise lakabıdır. Fahrüddin lakabının kelime anlamı ise, dinini öven dinini seven demektir. Daha sonraları ise Iraki mahlasını almıştır. 1211-1213 yıllarında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir.
Küçük yaşlarda hıfzını tamamlayan Fahrüddin Iraki, çok iyi bir tahsil görmüştür. Kıraat ve diğer ilimleri memleketinde tamamlamıştır. Genç yaşlarda Hemedan medreselerinde ders vermeye başlamıştır. Bağdat’ta Şeyh Şihabeddin Sühreverdi’ye intisap etmiştir. Kalenderi dervişleri ile ilgilenmiştir. Onlarla birlikte Hindistan’a yolculuk etmiştir. Multan’da Bahaeddin Zekeriya’nın derslerine katıldı ve bir süre sonrada, hocasının kızıyla evlendi. Yirmi beş yıl Hindistan’da kaldı. Hocasının vefatı üzerine onun halifesi oldu.
Bazı huzursuzluklar nedeniyle Hindistan’dan ayrılıp Hicaz taraflarına gitti. Dönüşünde ise Anadolu’ya geldi. Konya’da Sadreddin Konevi’nin sohbetlerinde bulundu. Konevi’nin derslerine katıldı uzun süre devam etti. Ondan Muhyiddin-i Arabi’nin Füsus’unu takip ederken tesir altında kaldı ve duyduklarını şiir haline getirdi. Böylece meşhur LEMA’AT adlı eserini oluşturmuş oldu.
Fahreddin Iraki, tasavvuf ehli şair ve ilim adamlarından olduğundan büyük mutasavvıf Muhyiddin-i Arabi’nin hatırasına hürmeten “ Mağribi” mahlasını kullanmıştır. Sadrettin Konevi’den dinlediği Füsusü’l-Hikem derslerinden aldığı feyz ve ilhamı özet halinde zaptederek, Lema’at’ında; aşk, aşık ve maşuk remizleriyle Mutlak Varlığı, vacip ve mümkün varlıklarını izah etti ve bu şekliyle varlıkta Vahdet’in ne demek olduğunu anlatmaya çalıştı.( Fahreddin Iraki, Lema’at).
Sadece Fahrüddin Iraki değil, Konevi’nin diğer talebeleri olan Şeyh Müeyyeddin Cündi ile Şeyh Sadeddin Fergani de hocasının tesiri altında kalarak birer Füsus şerhi yazdı.
Eflaki Fahreddin Iraki’nin Mevlana ile olan yakın dostluğundan ve birlikte sema yaptığından bahseder.
Anadolu Selçuklu Devleti devlet adamlarından Pervane Muineddin’in iktiaının merkezi olan Tokat’ta kendisi için yaptırmış olduğu dergahta uzun yıllar talebelerini yetiştirdi ve halkı irşadda bulundu. Pervane onun müritlerindendi. Pervane’nin vefatından sonra, önce Mısır’a, sonra da Şam’a gitti. 8 Zilkade 688( 23 Kasım 1289) tarihinde Şam’da vefat etti ve bağlı bulunduğu Muhyiddin-i Arabi’nin türbesi yanına defnedildi.
Fahrüddin Iraki, Lemaatı’nın 13. Bölümünde; “ Vahdet-i Vücud” anlayışı içerisinde şunları söyler: “ Şerefli hadiste buyrulduğu üzere, Hak ile kul arasında nur ve zulmetten yetmiş perde vardır. Muhib( seven) bu perdelerin arkasından Muhib( seven) bu perdelerin arkasında mahbubu ( sevgiliyi) görmeye çalışır. İlahi çehreyi görebilmek için muhibbin say-ü gayretiyle aşinalık husule geldikçe, aşkın imdadı ve şevkin kuvvetiyle muhib perdeleri birer birer aşağı çekerek mukaddes ilahi Cemal’in Sübhaları pertevi muhibbin mevhum gayrılığını yakar ve maşuk aşkın yerine geçer: Her ne alacak olursa ondan alır ve onunla alır ve her ne bağışlarsa ondan ve onunla bağışlar. Şerefli hadis de beyan buyrulan perdeler hakkında denilmiştir ki, nurani olanları; insanın ilmi, halleri ve makamları ve güzel ahlakı. Zulmanileri ise; bilgisizliği, cehli, adetleri ve kötü huyları gibi şeylerdir.”