Evhadüddîn-İ Kirmânî
Nefise Gürbüz
Şeyh Evhadüddin Kirmanî, Türkiye Selçukluları devrinin en ünlü şair ve mutasavvıflardan biridir. Şeyh Evhadüddin Hamid el- Kirmanî 34. Abbasî halifesi Abbasî Halifesi en- Nasır Li Dinillah’ın organize ettiği “Fütüvvet” teşkilatının bir temsilcisi olarak halife tarafından Anadolu’ya gönderilen, sonra da bu teşkilatı Anadolu’da “Evhâdiye” hareketi adıyla kadrolaştıran ve yöneten kişidir.
Evhadüddin Kirmani, İran’ın Kirman bölgesinde doğdu. Asıl adı Hâmid, lakabı Evhadüddin’dir. Hayatı hakkında en önemli kaynak olan menâkıbnâmesinde Kirman Selçukluları’ndan Sultan II. Turan Şah’ın oğlu olarak gösterilir. Bedîüzzaman Fürûzanfer, Evhadüddin’in Turan Şah’ın oğlu olduğu hakkındaki bilginin doğru olmadığını belirtir. Atalarının İran’ın ileri gelen ailelerinden birine mensup bulunduğunu, ancak bunun kendisi için iftihar vesilesi olmadığını, kendisinin bir “şey” olması gerektiğini ifade eden bir rubâîsinde Evhadüddin’in soylu bir aileye, hatta rubâîde geçen “sudûr” kelimesinden hareketle bir vezir ailesine mensup bulunduğu, bundan dolayı bağlılarının onu meşhur sûfî İbrâhim b. Edhem’e benzeterek Turan Şah’ın oğlu olduğunu ortaya atmış olabilecekleri ileri sürülmüştür.
Evhadüddin’in ilim yolculuğuna baktığımızda ise; muhtemelen 1180 yılından sonraki bir tarihte dönemin ilim ve kültür merkezi Bağdat’a gitmiştir. Burada bir medreseye girerek adı belirtilmeyen bir müderristen İbnü’l-Kās’ın Şâfiî fıkhına dair el-Miftâḥ’ını okuyup ezberledi. Kısa bir müddet sonra bu müderrisin muîdi oldu. Ardından Hakkâkiyye Medresesi’ne müderris tayin edildi. Kaynaklarda adının geçmemesinden pek önemli bir fonksiyonu olmadığı anlaşılan bu medresede görevini sürdürürken gönlünde tasavvufa karşı bir ilgi uyandı. Bir müddet sonra müderrisliği bırakarak sıkı bir riyâzet hayatı yaşamaya başladı. Bir mürşide bağlanmadan ilmine güvenerek mânevî yolda ilerleyeceğini düşünen, ancak istediği noktaya bir türlü ulaşamayan Evhadüddin, bu yıllarda Bağdat’ta şöhreti oldukça yaygın olan Sühreverdiyye şeyhi Rükneddîn-i Sücâsî’ye intisap etti. Menâkıbnâmesine göre 1195 yılından önceki bir tarihte Tebriz’e giderek tanınmış sûfîlerden Zâhid-i Tebrîzî ile görüştü. Daha sonra Nahcıvan, Gence ve Şirvan’a gitti. Uzun bir süre Nahcıvan’da ikamet etti. Menâkıbnâmesinde, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî ile Celâleddîn-i Ta‘likānî’nin Şeyh Sücâsî’yi Dicle kenarındaki Derece adı verilen dergâhında ziyaret ettikleri sırada şeyhin ileride kendi makamına Evhadüddin’in oturacağına dair mânevî bir işaret aldığı kaydedilir. Bu durumda Evhadüddin’in 1200 tarihinden önce hilâfet aldığını söylemek mümkündür.
1204 yılında Anadolu’ya gelen Evhadüddin ertesi yıl o sırada Konya’da bulunan Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile görüştü. Bu arada Malatya, Sivas ve Konya’ya gittiyse de genellikle Kayseri’de ikamet etti. Burada evlendi ve Fâtıma adlı bir kızı oldu. Evhadüddin Kirmani, Sadreddin Konevi’nin babası Mecdüddin İshak’ın yakın dostuydu. Evhadüddin Kirmani, Ahi Evran ve İbnü’l Arabi gibi pek çok ilim adamı ve tasavvuf erbabının Bağdat’tan Mecdüddin İshak’ın delaletiyle Konya’ya geldiği bilinmektedir. Kirmani Anadolu’da daha çok Kayseri’de kalmıştır. Kızları olan Fatıma ve Amine Hatunlar da babalarının yolunda büyük hizmetler yapmışlardır.
Evhadüddin Kirmani, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev iyi ilişkiler içerisindeydi. Sultanlardan ve zamanın devlet adamlarından iyi itibar görmüştür. Özellikle Sadreddin Konevi’nin dini ve ilmi hayatında büyük etkileri olmuştur. Biri şeyhi ile birlikte olmak üzere ömrü boyunca dokuz defa hacca gitmiştir. Halife Mu’tasım tarafından 1231-32 senelerinde Emir-i Hac ilan edildi. Hac dönüşünde tekrar Anadolu’ya gitmiş ise de halifenin daveti üzerine 1237 yılında Bağdat’ta döndü. Merzubaniyye Hankahı’na şeyh tayin edildi. 21 Mart 1238 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.
Evhadüddin Kirmani, Ahi teşkilatının ilk temellerini atmıştır. Ahi Evren Kirmani’nın hem talebesi hem de damadı idi. Evhadüddin Kirmani, Allah’ın cemel sıfatının tecellilerini varlıkta temaşa etmeyi esas alan “ Şahid-bazı” adı verilen meşrebe mensuptu.
Evhadüddin Kirmani içinde bulunduğu meşrebinin gereği olarak gençlere özel bir ilgi duyar, onlarla semâ etmekten büyük zevk alır, kadın müridlerle bir arada bulunmakta bir sakınca görmezdi. Gençlerin güzelliklerine hayran olan Evhadüddin, onların güzelliklerini arttırmak için ellerine birer kandil verir, gençler gece karanlığında ellerindeki kandillerle semâ ederlerdi. Kendisi de onların arasında semâ ederken göğsünü göğüslerine dayar, cezbeye gelip kendinden geçer ve bu halde şiirler söylerdi. Onun bu uygulamasını duyan Abbâsî Halifesi Müstansır-Billâh’ın oğlunun kendisine dokunacak olursa onu öldürmeyi düşünerek semâa katıldığı, ancak o sırada kerametine şahit olarak Evhadüddin’in müridi olduğu rivayet edilir. Cendî’nin naklettiğine göre; büyük bir zat, kadınlarla bir arada bulunmanın ve semâın kendisine zarar vereceğini, nâmahreme bakmanın câiz olmadığını söyleyince Evhadüddin, “Ben Hak’tan gayri hiçbir şeye bakmam” diye cevap vermiştir.
Evhadüddin’in, Allah’ın cemalini varlıklarda temaşa etmenin verdiği bir hal olan ve fizikî bir anlam taşımadığı söylenen bu tavrı suistimallere yol açacağı endişesiyleʿAvârifü’l-maʿârif müellifi Şehâbeddin es-Sühreverdî onun için “bid’atçı” ifadesini kullanmış, Mevlânâ ve kendisiyle aynı şeyhin, Rükneddîn-i Sücâsî’nin müridi olduğu kaydedilen Şems-i Tebrîzî de bu meşrebi sebebiyle Evhadüddin’i tenkit etmişlerdir.