Nefise Gürbüz

Aşk kanatıyla arşa yükselme çabasında olan âşık:  Hz. Mevlânâ

Nefise Gürbüz

Hz. Mevlânâ’nın ilim, irfan ve üstün maneviyatı, Onun yaşadığı dönem ekseninde incelendiğinde daha anlaşılır olacaktır.  Onun yaşadığı dönemde ( 13.yy)  Anadolu coğrafyası ve İslam dünyası büyük sıkıntılar içerisindeydi. Özellikle batıdan gelen Haçlı saldırıları, Anadolu ve İslam dünyasını zor duruma sokmaktaydı.  Aynı zamanda bu çağda doğudan gelen ve insanların korkulu rüyası olan büyük tehlike Moğol istilası; İslam coğrafyalarında geçtikleri yerlerde taş üstüne taş bırakmıyordu. İç siyasette ise, Selçuklulardaki taht kavgaları, özellikle Amasya ve civarında baş gösteren Babai İsyanı halkı iyice ümitsizliğe sürüklemiş ve halk bir kurtuluş mucizesi bekler hale gelmişti.

Hz. Mevlânâ’nın yaşadığı bu yüzyıl fitne ve sıkıntıların ciddi boyutlara ulaştığı bir dönemi kapsamaktaydı. Yaşanan çağ insanın tabiatını, duygu ve düşünceleri etkilediği gibi Hz. Mevlânâ’nın doğup büyüdüğü ve yaşadığı bu çalkantılı dönem, Onun hayatının her karesine nüfuz etmişti. O, insanlığın çilesini, yorgun halini ve umudu olmayan duygularını gördü. Eserlerini, özellikle Mesnevisini böyle bir zamanda ortaya çıkardı. Hz. Mevlânâ böyle zor bir zamanda bitap düşmüş gönülleri diriltti ve insanlığın umudu haline geldi.

Yetiştiği aile ortamı Mevlânâ’nın ilmi ve şahsi olgunluğa erişmesinde büyük katkısı olmuştur. Ayrıca faydalandığı her İslam âliminin ve yaşadığı her anın, ilmine ve maneviyatına etkileri çoktur.  Bu duruma kendisinin de bitmeyen aşk arayışı ve heyecanı eklenince ortaya ilimde derinleşmiş bir âlim; bilgilerini insanlara paylaşan bir vaiz; aşk kanadıyla arşa yükselme çabasında olan bir âşık görülmektedir.

Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, 30 Eylül 1207’de Belh’ de dünyaya geldi. Mevlânâ unvanı “Efendimiz” anlamımda Onu yüceltmek amacıyla verilmiştir. Sultan anlamına gelen “Hüdavendigar” unvanı ise Ona, babası tarafından verilmiştir. Babası, Belh’ li Ahmed Hatibi oğlu Hüseyin’in oğlu Bahaddin Veled’ dir.  Sultanu’ l Ulema adıyla da tanınan ve Hatipoğluları ismiyle bilinen soylu bir sülaleye mensuptu.  Annesi, Mader-i Sultan diye bilinen ve Karaman’a geldiklerinde burada hayatını kaybeden, Mü’ mine Hatun’dur.

Mevlânâ’nın babası Bahaddin Veledin bütün ataları âlim ve müftü idi. Kendisi, Zahiri ve batini ilimlerde eşi benzeri olmayan bir zattı. Herkes tarafından sevilen ve Belh’ te yetişmiş biriydi. Her gün sabahtan öğlene kadar halka ders verir, ikindi vaktinden sonra ise arkadaşlarıyla ve hizmetinde bulunanlara ilahi hakikati anlatırdı. Geçimini ise, Beyt’ ül Mal’den almış olduğu maaşla sağlamaktaydı. Hz. Mevlânâ’nın çocukluk döneminde babasının bu ilmi yaşantısı, Onun ruhunda takva anlayışının tohumlarını ekmişti.

Hz. Mevlânâ’nın çocukluğundan orta yaş dönemine kadar Arap dili ve edebi sanatlarını Seyyid Burhaneddin Muhakkik Tirmizi ile olan sohbetlerinde öğrenmişti. Aynı zamanda Seyyid Burhaneddin, Mevlânâ’nın çocukluğundaki lalası ve mürebbisiydi. Kendisi, Kübreviyye tarikatına mensuptur. Bu husus aynı zamanda, Hz. Mevlânâ’nın ilim ikliminde,  Kübreviyye ekolünün etkisinin de olduğunu göstermektedir.  Hz. Mevlânâ ile Seyyid Burhaneddin’in ilişkileri hoca talebe ilişkisi yani Hz. Mevlânâ’nın hayatındaki birinci aşamadır. Hz. Mevlânâ’nın Konya’ya teşrifi ile başlayan dönem ise ikinci aşama olarak değerlendirilebilir.

Hz. Mevlânâ babasıyla Belh’ ten ayrıldıktan sonra Nişabur’ a oradan Bağdat’ a gitti. Şeyh Şihabettin Sühreverdi,  Feridüdddin Atar ve İbnü’l Arabi gibi büyük islam âlimleri ile de temas kurdu. Bu durum Onun, kısa sürede büyük bir şahsiyet olarak ortaya çıkmasının hiç de tesadüf olmadığını gösterir.  Hz. Mevlânâ, asıl ünü babasının ölümünden sonra kazanmıştır. Üç yaşından yirmi yaşına kadar babasının himayesinde daha sonra ise, Konya’da bulunan Seyyid Burhaneddin, Hz. Mevlânâ’nın yetiştirilmesinde görevi üstlendi. Hatta Hocası Seyyid bir rivayete göre, herkesin gönlünden geçeni bilen hatta Mevlânâ’ya,  Şems’in geleceğini haber veren şahıstı.  Dokuz yıl hocalık yapan Seyyid Burhaneddin’in ölümünden sonra, Hz. Mevlânâ beş yıl yalnız kalmıştır. Bu yalnızlık 1244’ te Şems ile Mevlana’nın tanışmasıyla son bulmuştur. Şems, Mevlânâ’nın hayatında çok önemli yere sahiptir. Tebriz’de sepet ve zembil dokuyan ve Ebu Bekir Selebaf’ın müridi olan Şems,   ilmini tamamladıktan sonra bu vecd ve heyecanını paylaşacak bir dost aramış ve tüccar kılığında diyar diyar dolaşmıştır. Aradığı dostunu bir türlü bulamayan Şems, Şam’a uğradığı vakit Evhadüddin Kirmani’nın “Konya’ya git Mevlânâ ile tanış” demesi üzerine derhal Konya’ya gelir ve Şekerciler Hanında Mevlânâ ile görüşür. Mevlânâ ile Şems arasında oluşan büyük bir dostluk ikiz ruhların birleşmesi olarak tarif edilmektedir. Bu dostluğu Mevlânâ: “Ben bir memleketin zahidi ve bir minberin vaizi idim; Gönlümün kazası beni sana ellerimi çırpıp gelen bir âşık yaptı” dizleriyle tarif etmiştir.

Kaynakça:  Haşim Şahin, Dervişler, Fakihler, Gaziler ( Erken Osmanlı Döneminde Dini Zümreler);  İdris Türk, “ Mevlana’nın İlmi- Manevi Şahsiyetinin oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü”;  Bayram Ali Çetinkaya, “Benlik Duvarından Kerpiç Koparmak” Şems-Mevlânâ Dostluğu (Benliğin Kaybolduğu Dostluk);

Yazarın Diğer Yazıları