
Âriflerin Kutbu: Muhyiddin İbnü'l Arabi
Nefise Gürbüz
İnsanlığın yüzyıllar boyunca üzerinde düşünmekten kendini alamadığı konulardan biri de gözle gördüğü nesnelerin, güneşin, ayın, yıldızların, bitkilerin ve özellikle kendi varoluşunun ne olduğu, nereden geldiği, geldiği yerle iliği irtibatının ne olduğu ve sonun nasıl olacağı sorulara aradığı cevaplardır. Yani “ Yaratıcı ile Yaratılan İlişkisi” insanlık tarihi boyunca, kimileri tarafından mitolojik denilebilecek meselelerle çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. Felsefi düşüncelerde de bu tür mevzular mekteplerde “Varlık” problemi olarak görülmüş ve düşünülmeye, fikir üretilmeye başlanmıştır.
İşte tüm bu sorulara cevap arayan kişilerden biri de Müslümanların Muhakkiklerinden, Şeyhü’l Ekber ünvanlıyla meşhur olan Muhyiddin İbnu’l Arabi olmuştur. İbnu’l Arabi’nin kendine özgü ve başka bir müellif de karşılaşılmayan, düşüncelerinden ve açıklamalarından dolayı orijinal denilebilecek bir tarzının olduğu bilinmektedir.
İbnü’l Arabi’nin Soyu ve Ailesi
İbnü’l Arabi’nin babası Ali b. Muhammed’in, Abbasî Halifesi Müstencid Billah’ın komutanı ve o bölgenin valisi Muhammed b. Sa’d İbn Merdeniş’in gözünde önemli bir mevkii de olduğu hatta kimi kaynaklarda, Onun veziri olduğu bilinmektedir. Ayrıca ünlü kadı ve feylesof, İbn Rüşd ile de yakın arkadaş oldukları söylenmektedir. İbnü’l Arabi, eserlerinde, babasının çok Kuran-ı Kerim okuyan, fıkıh ve hadis ilimleriyle çokça meşgul olan takva sahibi olarak belirtmektedir. Hatta vefatından iki hafta önce çevresindeki yakınlarına öleceği günü haber vermiştir. Annesinin ise, Ensar soyundan takva sahibi bir zat olduğu ve babasından bir süre sonra hayatını kaybettiği ve adının Nur olduğu bilinmektedir
İbnü’l Arabi’nin yetişmesinde, amcası Ebu Muhammed Abdullah el- Arabi ve dayıları Ebu Müslim el- Havlani ve Yahya b. Yağan gibi o dönemin önemli sufilerinin de katkıları olmuştur. İki kız kardeşi bulunan İbnu’l Arabi ailenin tek erkek evladı olduğundan babasının vefatı sonrasında ailenin sorumluluğunu bir süre kendisi üstlenmiştir.
Asil bir soydan gelen İbnü’l Arabi atalarının Benu Tay kabilesine mensup olduğu ve dönemin meşhur sufi şahsiyeti olan Hatimi Tai’ nin de büyük dedelerinden biri olduğu söylenmektedir. Künyesi ise, Eş- Şeyhü’l Ekber Muhyiddin Muhammed b. Ali b. Muhammed el- Arabi et-Tai el- Hatimi şeklindedir. Bu silsile de kendisinin mevkii değerinden dolayı “eş- Şeyhü’l Ekber” yani en büyük üstat denilmiştir. Lakabı olan “Muhyiddin” yani dini İhya eden anlamındadır. Bazı kaynaklarda ise kimi zaman memleketinden dolayı kendisi “el- Endülusi” künyesiyle anılmıştır. Hatta kimi araştırmacıların İbn Süreyka ya da İbn Eflatun gibi yakıştırmalarda bulundukları olmuştur.
İlim İçin “Seyahat” Eden Bir Alim
İbnü’l Arabi 27 Temmuz 1165 Pazartesi gecesi varlıklı ve asil bir ailenin çocuğu olarak Endülüs’ün güneydoğusundaki bugünkü Mürsiye’de dünyaya gelmiştir. Çocukluğundan itibaren sufiyane bir hayat yaşamış daha küçük yaşlarda iken çevresinde başta İbn Tufeyl, İbn Rüşd, İbn Zühr gibi ilim erbabıyla yakın ilişki içerisinde olmuştur. Gençliğinden itibaren ilim sahibi şahsiyetlerle şeyhlerle vakit geçirmiş ve böylece yüzlerce şeyhle görüştüğü bilinmektedir. Bu sufilerden bazıları ise, elinin emeği ile geçinen ve duası kabul olduğu söylenen Ebü’l Haccac Yusuf, dağlarda ve sahil boylarında dolaşan ve şehre hiç inmeyen Ebü’l Abdullah Muhammed ve Fatıma bintü’l Müsenna gibi zatlardır.
Hayatının önemli bir kısmını seyahat ederek geçiren İbnü’l Arabi, tasavvuf öğretilerini yaymış ve çokça öğrenci yetiştirmiştir. Yaptığı bu seyahatlerden en önemlisi 1200 yılında Hac yapmak niyetiyle çıktığı yolculuktur. Bu yolculuk Onun, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan günümüze ulaşan İbnü’l Arabi düşüncesinin yayılmasının başlangıcı olmuştur. Mekke’de olduğu sırada meşhur eseri olan “Füsusü’l –Hikem” eserini yazmaya başlamıştır. Başka bir rivayete göre ise, Şam’a yerleştikten bir gün sonra manasında Hz. Peygamber (sav)’i görür ve Hz. Peygamber ( sav) Ona, Füsusü’l Hikem kitabını yazmasını emreder.
İbnü’l Arabi ve Konya
1204’de yanında Mecdüddin İshak’la beraber Malatya’ya gelmiştir. Gıyaseddin Keyhüsrev ’in bir mektupla Mecdüddin İshak’ı yanına çağırdığında İbnü’l Arabi de, Onunla beraber Konya’ya gelmiştir. Konya’da kaldığı yıllarda, Şeyh Evhadüddin Kirmani ile görüştüğü ve yakın arkadaşının oğlu Sadrettin Konevi’ ye tasavvufi düşünceleri hakkında bilgiler sunduğu rivayet edilir. Daha sonra yine İbnü’l Arabi sırasıyla Halep Kudüs, Mısır, Mekke ve Bağdat’a gitmiş ve tekrar Konya’ya dönmüştür. Anadolu sufiliğine derin tesiri olan İbnü’l Arabi, Mecdüddin İshak’la yakınlığı dolayısıyla Selçuklu sarayını da yakından tanımaktaydı. Özellikle, İzzeddin Keykavus’la yakın ilişki içerisindeydi. Konya’ya ikinci gelişinde Sultanı ziyaret etmiş ve Sultan İbnü’l Arabi´ye hayran kalmıştır. Sultan, bazı konularda kendisinin görüşünü sormuş hatta tavsiyelerini yerine getirmiştir. İbnü’l Arabi, Şam’a yerleştikten sonra dahi görüşmeleri devam etmiştir. Hatta o sırada Antalya’yı kuşatan Sultan’a moral vermiş gördüğü rüyaya dayanarak şehri alacağı müjdesini vermiştir. İbnü’l Arabi’nin devlet adamlarıyla yakınlığı sadece Selçuklu sultanlarıyla sınırlı değildir. Endülüs hükümdarları, Eyyubilerin Emiri el- Melikü’z- Zahir ve Şam Emiri El-Melikü’l Eşref ile de görüşmüştür. Aslında bu durum bizlere İbn’ul Arabi’nin etkisinin sadece sufilerle sınırlı kalmadığını devlet adamlarında da etkili olduğu gösterir.
Vahdet-i Vucüd düşüncesini geliştiren İbnü’l Arabi hem yaşadığı dönemde hem de günümüze dünyasında büyük etki olmuştur. Zaman zaman olumlu, olumsuz tavır ve düşüncelerle karşılaşmıştır. Vahdeti Vucüd düşüncesini tüm çalışmalarında temel almış ve tüm fikirlerini onun üzerine bina etmiş ve bu fikirleri bir sistem haline getirmiştir. İbnü’l Arabi’nin bu görüşleri, başta talebeleri İbn Savdekin, Sadrettin Konevi, Afifeddin Tilemsani aracığıyla çeşitli yerlerde temsil edilmiştir. Osmanlı topraklarında ise Davud-ı Kayseri ve Osmanlı Devleti ilk Şeyhülislamı olan Molla Fenari temsil etmiştir.
Âlimler tarafından Şeyhü’l Ekber olarak görülen büyük âlim İbnu’l Arabi 8 Kasım 1240 yılında 78 yaşında Şam’da vefat etmiştir. Şam bölgesinde bulunan kabri, zamanla ulema arasında oluşan ilm-i bâtın muhalifi zahircilik akımlarının oluşturduğu aleyhte propagandaların tesiriyle ihmal edilmiş ve bir süre sonra bakımsız kalmıştır. Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi dönüşünde, türbeyi tamir ettirmiş ve yanına camii ve bir de tekke yaptırmıştır(1516).
Kaynaklar: Mahmut Erol Kılıç, “ Muhyiddin İbnu’l Arabi’de Varlık ve mertebeleri”; Mehmet Balcı, “ İbnü’l Arabi’nin Fusûsü’l Hikem’inde Varlık’ınMantığı”; Haşim Şahin, Dervişler, Fakihler, Gaziler ( Erken Osmanlı Döneminde Dini Zümreler 1300-1400)