
Yiğitlerim! Bahadırlarım!
Mustafa Özyurt
Müslüman olarak ebedi saadete kavuştular. Zira onlar, vatanlarını kurtarmayı, hayatlarını kurtarmaktan daha üstün tutarlardı. Elimde kuvvet kalmayıncaya kadar çarpışacağım, dinini, vatanını, sultanını seven arkamdan gelsin diyecek kadar vefakâr ve fedakâr sultan Alparslan’ın yüksek kabiliyetini aşağıdaki satırlar gayet güzel ifade etmektedir ki:
Bundan evvelki yazımızda, ismi geçen yerleri fethettikten sonra boş durmayıp, keyfime bakayım demedi. Öbür taraftan oğlu Melikşah ve veziri Nizamül-mülk Aras nehri boyunca fetihler yaparak, çarpışarak ilerliyorlardı. Bunların kahramanca çarpışmaları, orduyu galeyana getirieyor, “ALLAHÜ EKBER” nidaları her birine ayrı bir güç veriyordu. Aynı zamanda keskin bir nişancı olan genç şehzade Melikşah, attığı bir okla surlar üzerinde olan kale kumandanını vurup öldürdü. Kumandanlarının ölümü, düşmanın maneviyatını kırdı. Dayanma gücü kalmayan Rumlar kaleyi bırakarak kaçmak mecburiyetinde kaldılar. Teslim olmayan ve İslam’ı kabul etmeyenler gerekli şekilde cezalandırıldı. Sürmeli kalesi fethedildi. Arkasında Meryem Nişîn kuşatıldı. Melikşah ve Nizamül-mülk, önce onları İslam’a davet etti. Müslüman olmazlarsa teslim olmalarını, yoksa kan döküleceğini bildirdiler. Rumlar teslim olmayınca nehirden geçmek için gemiler yaptırıldı. Gece, gündüz mücadele neticesinde Rum’lar teslim bayrağını çektiler. Teslim olunca herhangi bir eziyet yapılmadı. Fakat bazıları Müslüman olarak ebedi saadete kavuştular.
Alparslan, oğlunun ve vezirinin bu başarılarını, kahramanlıklarını işitince, çok sevindi ve onları yanına çağırdı. Yol üzerinde birçok kale fethedilerek iki Selçuklu ordusu Sebid şehrinde birleşti.
Sultan Alparslan, düşmanın gücünden ve kalelerin muhkemliğinden hiçbir zaman ümidini kesmeden ilerliyordu. Lal şehrine hücum edildi. Fakat Hıristiyan Gürciler, eman dilemelerine rağmen kaleye giren elçilerimizi şehit ettiler. Durumu Alparslan’a bildirmek için gelenler, sultanı namaz kılarken buldular. Durumu öğrenen sultan çok üzüldü. Atına binip hücum emrini verdi. Allah Allah Nidaları ile kaleye yüklenen askerlerimiz, gazilerimiz şehre girdi. Şehir halkı cizye vermek suretiyle itaatlerini bildirdiler. Böylece zabdedilmez zannedilen Lal şehri de Muhammed Alparslan’ın üstün dehası ve sarsılmaz imanıyla ele geçirilmiş oldu. Birkaç ay içerisinde Bizanslılara ait yerlerin birçoğunu fethettikten sonra, oralara camiler yaptırdı. Müslümanlıklarını öğrenmeleri için Medreseler yaptırdı. Âlimler vazifelendirdi.
Bunda şunu anlıyoruz ki, ecdadımız imansızlığın yanı sıra, insanlık için en büyük bela olan cehaleti yok etmek yerine ilim ve irfanı yerleştirmeği en mühim vazife addetmişlerdir.
Fethedilen yerlerden çok ganimetler elde edilmiş. Bu ganimetler yine Müslümanların ve insanlığın menfaatlerine harcanmıştır.
Sultan Muhammed Alparslan, eski bir başkent olan Ani kalesini kuşatıp, karargahını, şehrin karşısındaki araziye kurdurdu. Askerlerine yaptığı şu hitap, kalplere yazılması gereken bir derstir:
“Yiğitlerim! Bahadırlarım! Sizin gibi kahramanların hükümdarı bulunduğum için övünür ve Allahü Teâlâ’ya hamdederim. Tahta ilk çıktığımda, memleketin ufuklarını kaplayan ihtilal bulutlarınızı kılıçlarınızın parlak şimşekleriyle defedip, vatanın birliğini sağladınız. Bu gün de İslam âlemi, karşımızdaki düşmana Allahü Teala’nın dinini tebliğ etmemizi ve bu uğurda cihad- fi-sebilillah için çarpışmamızı bekliyor. O halde bihakkın vatanı muhafaza ve hem de i’layı kelimetüllahı yaymak gibi iki mukaddes hizmeti yapmak şerefi bize düşmektedir.
Düşmanımız kalabalık, kaleleri muhkem ise de, sizin gibi gaza meydanlarında pişmiş, şehit olmak aşkıyla yanan mücahitlerin ilk hücumuna dayanamayacağını bilirim. Zira onlar, vatanlarını değil hayatlarını kurtarmaktan başka şey düşünmeyen bir takım korkaklardır.
Sizler ise, hayatın, bir gölge gibi gelip geçiciliğini, asıl şerefin Allahü Teala’nın yolunda cihad ederek can vermek olduğunu bilen yiğitlersiniz.
İşte sultanınız, Allahü Teala’nın ismiyle, adımını gaza meydanına atıyor. Şu kılıcı tutmakta olan elimde kuvvet kalmayıncaya kadar çarpışacağım, dinini, vatanını, sultanını seven arkamdan gelsin…!
Bu hitap üzerine kahraman İslam dilâverleri, büyük bir aşk ve muazzam bir heyecanla sevgili Sultanlarının arkasından, ona ayak uydurarak Ani kalesine “Allah Allah” nidaları ile hücum ettiler. Ok atışlarıyla başlayan mücadele, su engelini de geçerek, surlara tırmanmaya başladılar. Sultan, tahtadan yüksek burçlar yaptırdı. Atılan kocaman taşlarla, günlerce kale surları dövüldü. Ani valisi ve kale komutanı Bakrat ile Grigor iç kaleye sığındılar. Bu durumu gören halkın korkudan iyice morali bozuldu. Kaçışmaya başladılar. Şiddetli çarpışmalardan sonra iç kale de fethedilince, Sultan Alparslan, şükür secdesine kapandı ve “Elhamdülillah! Allahü Teâlâ, onların zaptedilmez zannettikleri şehirleri bize zaptetmeyi nasip etti” diyerek Cenabı Hakk’a hamdetti. Şehir halkının bir kısmı Müslüman oldu. Sultan Alparslan’ın, burada dikkat çeken bir hususiyeti de, elde ettiği başarıları ve kazandığı zaferleri kendi nefsine değil de Allah Teala’nın inayetine bağlamasıdır. (Devam edecek)