
Türk Sultanlarından Abdullah Han
Mustafa Özyurt
Muhterem okuyucu kardeşim, sadece siyeri enbiya dediğimiz peygamberler tarihinden değil de, kâinatın efendisi, sevgili peygamberimizin sünnetine hizmet etmiş, ona inen yüce kitabımıza hizmet için canlarını veren, hayat düşüncesi, İslam’a ve insanlığa hizmet anlayışıdır diye inanan sultanlardan, alperenlerden, Abdelan güruhundan bahsedeceğim. Hem dünyevi ve hemde uhrevi menfaatlerimizi anlama ve öğrenmede, ehlisünnet velcemeat akıdesini temiz nezih bir şekilde zamanımıza kadar ulaştıran büyüklerimizin hayatlarından ders almak ve necip evlatlarımızın örnek almaları için, onların tarihini okumak lazım. Bu sebeple, Selçuklu sultanlarını ve Türk sultanlarının tarihlerini az da olsa aktarmayı düşündüm. Ve onların hakkında yazmayı önemli bir hizmet telakki etmekteyim. Ona binaen, seçmek suretiyle Sultan Abdullah’tan başlıyorum:
Şimdiki Özbekistan bölgesinde, Şeybani Hanedanlılığının büyük hükümdarlarındandır. 1533 senesinde Aferinkend’de doğdu. Doğduğu zaman babası İskender Han, duasını almak için büyük âlim Ubeydullahi Ahrar’ın (Silsille-i sadatı nakşiyeden) talebesi ve zamanın âlimi Hace Kâsım Kaşani’ye götürdü. Hace Kâşânî, Abdullah Han’ın salih bir kişi olması için duâ ettikten sonra; bu çocuk, ileride büyük bir Sultan olacak” dedi. Ve belindeki devetüyünden yapılmış olan kuşağını çıkarıp, Abdullah Han’a sardı. Onun, âlimler elinde terbiye edilmesini tavsiye etti.
Aklı ve zekâsının çokluğu, üstün kabiliyeti ile devrin kıymetli âlimlerinden ders alarak çok iyi bir şekilde yetiştirildi. Kuran’ı Kerimi, akli ve nakli ilimleri ve devlet idaresini çok mükemmel öğrendi. Babasının, devlet erkânının, âlimlerin ve çevresinin takdirini kazandı. İskender Han oğlu Abdullah’a çok itimat ettiğinden, şehzadeliğinde devlet idaresiyle vazifelendirildi.
Babası tarafından Kermine bölgesine vali olarak tayin edilince, idarecilikte kabiliyetini ortaya koydu. Bu bölgede ilk işi, topraklarına saldıran çevre beyliklerin hücumlarını önlemek oldu.
Devrinin büyük âlimi, Kermine’de yaşayan Hace Kasım Kâşânî, Kermineye gelmek için yola çıkan Abdullah Han’ı karşılamaya çıktı. O mübarek zatın kendisini karşılamasına karşı, Abdullah Han da tevazusundan başlığını atıp boynuna bir ip geçirdi. İpi de süvarilerinden birinin eline verip çektirerek Kermine’ye doğru geldi. Onun bu halini gören Hace Kasım çok müteessir oldu. Ona kendi hırkasını giydirdi ve muvaffakiyet için duâ etti.
Abdullah, 1557 senesi ilkbaharında Buhara’yı alıp, payitaht yaptı. Babası, memleketin idaresini Abdullah Han’a bıraktı. Topraklarını Kuzey Türkistan’a kadar genişletti. Onun hâkim olmasıyla bu bölgelerdeki halk, sulh ve sükûna kavuştu.
Abdullah Han, Safevi’lere ve Rus’lara karşı, zamanın en büyük devleti Osmanlılarla münasebet kurdu.
Özbek Sultanı Abdullah Han ve Osmanlı sultanları, doğu ve batı Türklüğü ile Ehlisünnet Müslümanları birbirinden ayıran Safevi’leri ortadan kaldırmak istediler. Devrin en mükemmel silah ve tekniğine sahip olan Osmanlılar, Özbeklere ateşli silahlar, teknik alet ve edavat ile bunları kullanacak eleman gönderdiler. Osmanlılardan aldığı teknik yardım, Abdullah Han’ın hâkimiyetini kuvvetlendirdi. Bu yardımlarla Safevi’lere, Rus ve asilere karşı daha da üstün duruma geçti.
Abdullah Han, maddi kuvvetlerin yanında manevi kuvvetleri de seferber etti. Pek çok evliya ve âlim yetiştiren Maveraünnehr ve Türkistan’daki Allah dostlarını yardımlarıyla, İslamiyet’i yayıp Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirmeye çalıştı. Bugün bile normal hayat sürmeye müsait olmayan Sibirya’ya, Buhara ve Harzem’den Alperenler (Derviş gaziler), İslamiyet’i anlatmaya gittiler. Ruhları şadolsun, cennet mekânları olsun. (Devam edecek)