
Terbiye Sınırını Aşmamak
Mustafa Özyurt
Erzurum’un Çifte Minarelerine şöyle geriden bir bakacak olsanız, ikisinin birbirine benzemediğini, ayrı biçimlerde işlendiğini görürsünüz. Erzurum’un yaşlı nineleri de bu konuda size şu hikâyeyi anlatacaklardır:
HİKAYE: Beğenerek okuyacağınızı umarak paylaşıyorum Hayat paylaşmaktır paylaşmak ise mutluluktur. İbretle okumanızı tavsıye ederim.
Çifte Minareleri, usta ile çırağı yapmaya başlamışlar. Usta bir minareye başlamış, çırağı ötekine. Günler geçtikçe minareler de yükselirmiş. Ne var ki, çırağın yaptığı minare, ustanın yaptığından daha güzel, daha göz alıcı olmuş. Usta bunun farkına varmış ama, ağzını açıp tek kelime söylemeyi de gururuna yedirememiş. Çırak ise, ustasını geçtiğine inanmış. O da anlayamadığı bir gurura, bir büyüklüğe kapılmış.
Sıcak bir yaz günü. Usta- çırak, harıl harıl minarelerini örüyorlarmış. Bir ara çırak dayanamamış, alnındaki terleri silerek, öteki minarede çalışan ustasına seslenmiş:
- Usta, bana bir su getir!
Bunu duyan ustanın elinden malası düşüvermiş. Gururu incinmiş, gönül kâsesi çatlamış, gözleri bulanmış:
Usta idim oldum çırak,
At kendini aşağı bırak!
Diyerek, kendisini aşağı bırakıvermiş.
Bu durumu gören çırak, işlediği kusuru o zaman anlamış, üzülmüş. Elinden malasını atmış:
Çırak iken oldum üstad,
Ne durursun kendini at!
(başka bir deyişle-Bunu duyan usta "Usta idim oldum şegirt (çırak), al destiyi suya seğirt" diyerek kendisini minareden aşağıya atmış aşağı bırakıvermiş. Her ikisi de oracıkta can vermişler. Çalışan işçiler bu olaya çok üzülmüşler ve işi yarım bırakarak gitmişler. Gel gör ki, minareler yarım kalmış. O günden bugüne tamamlanmamıştır.
İkinci rivayeti destekleyen birtakım işçilik farkları bu tarihi yapıda göze çarpmaktadır. Çifte Minareli Medrese'nin sağ yarısı çırak, sol yarısı ise usta tarafından yapılmıştır. Sağ yarısındaki sütunlar, duvar kenarları ve diğer detaylar daha işlemeli ve gösterişli iken, sol yarısı sadedir. Evliya Çelebi, bu camii şu sözleriyle anlatmaktadır:
"Bu cami tamir edilse küre-i arzda misali bulunmaz bir eser olur." Diye nakleder
Erzurum Ulu Camii
Tarihde camiler, sadece namaz kılmak için değil hertürlü dini ihtiyaç ve faaliyetlerin icra edildiği mekanlar olmuştur. Bundan naşi mabedler üzerinde ciddi manada icraat eylenmiştir. Ve ULU CAMİİ de bu manada değer taşır. Hemen Çifte Minareli Medrese’nin yanında bulunan bu cami 1176-79 yılları arasında Selçuklular tarafından yapılmış ve Erzurum’un en büyük ve en eski camiidir.
Aynı bölgede şehrin içinde kalmış olan Erzurum Kalesi ve içindeki saat kulesi şehrin diğer sembollerindendir. Kulenin orijinal saati ise yine Rus işgali sırasında çalınmış, şu an İngilizlerin 1877’deki hediyesi saat takılıdır.
Palandöken Dağı
Erzurum şehrinin 10 km. kadar güneyinde bulunan zirvesiyle çevrenin en yüksek noktasıdır. kütle olarak bir sıradağ olmasından dolayı ülkemizin 3271 metre olub diğer dağları gibi heybetli görünmez. Erzurum şehir merkezine yaklaşık 4 km. uzaklıktadır.
Yakutiye Medresesi: Birbirine çok yakın olan yukarıdaki eserleri gezdiysek yine yakın olan bir diğer eser Yakutiye. Bulunduğu merkez ilçeye de ismini veren Medrese 1310’da yapılmış. Revaklı Medrese türünün Anadolu’daki en büyük örneği olan eser günümüzde Erzurum Etnografya Müzesi olarak hizmet vermekte.
Erzurum Yakutiye Medresenin iç odalarına girerken çok fena eğilmeniz gerekiyor. “İlim için önce edep gerekir” felsefesinden yola çıkılarak yapılan alçak kapıların iklimlendirme ile değil, derse girerken hocanın önünde eğilinmesi gerekliliğiyle inşa edildiğini söyleyebiliriz.
Kapalıçarşı örneklerinden biri olan Taşhan’ı kapalı, iki katlı 181 dükkandan oluşan tarihi bir pasaj olduğunu gördük. Kahramanlıklarla dolu olan ecdadımızın hayatı, yığmakla değil eser bırakmakla geçmiştir. Onlar mes’ul oldukları toplumların hertürlü ihtiyaçlarını görebilecekleri çarşuyupazarıda düşünüp düzene sokmuşlar ki, böylece arkalarından hep sadaka-i cariye bırakmışlardır. Çünkü onlar biliyorlardı ki, yüce İslam inancına göre kişi vefat etse dahi eseri ayakta ve hayatta kaldığı müddetçe kıyamete kadar amel defterleri kapanmayacaktır da ondan! Ama sizden istirhamımız, canlı eserler yetiştirmenizdir.
Nene Hatun
Şehir Merkezinden biraz uzaklaşırsak Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızdan Nene Hatun’un mezarını Erzurum Tabyaları içinde ziyaret edebiliriz. Nene Hatun kimdir derseniz, Aziziye Tabyalarının savunması sırasında şehre giren yaralı bir askerin feryatları üzerinde henüz 20 yaşındayken şehir teba’sını hareketlendiren, küçücük çocuklarını evde bırakarak şehri savunmaya giden kahraman bir Anadolu kadınıdır.
Evet onlar Osmanlı kadını ve Osmanlı torunuydular. Üzerlerine düşen vazifelerini ifa etmezlerse gönülleri rahat etmezdi. Zira Osmanlı deyince, iyi insanları koruyan ve kötü insanlarıda terbiye edenler akla gelmelidir. Onlar kimseye haksızlık etmediler. Osmanlı devleti dünyanın en güçlü devleti idi. Bu gücü, hiçbir milleti sömürmeyişinden ve halka iyi davranmasından geliyordu.
Biz unutulmaz kahramanlarımızdan olan Nene hatunla devam edelim. Halkın işgal kuvvetleri ile çarpışmasının en özel örneklerinden birinin görüldüğü Erzurum’un önemli bir değeridir. Tarih de destan yazan bir hanım efendidir!. (Devam edecek.)