Mustafa Özyurt

Sultan Alparslan

Mustafa Özyurt

Zamanın âlimleri tarafından hususi bir itina ile yetiştirilen, Selçuklu hükümdarlarının en meşhuru, en kahramanı olan Alparslan, Müslümanların duâsını almak, onların dertleriyle ilgilenip, fakirlere kendi parasından dahi yardımda bulunmak için gecesini gündüzüne katıyordu. Bugünkü Türkiyemiz’in ilk bânisi. Anadolu kapılarını Türklere açan yiğit sultan. İsmi Muhammed Bin Davud Çağrı olup, 1033 (h.424)’de doğdu. 1029 (h.420) tarihinde doğduğunu yazan kaynaklarda vardır. Olaylar bu ikinci tarihin daha doğru olduğunu göstermektedir. Selçuklu sultanlarının ikincisidir. 1063’de amcası Tuğrul Bey vefât edince tahta çıktı. Bizans imparatoru Romans Diogenes’in ordusunu Malazgirt’te 1071 yılında mağlup etti. 1072’de şehid edildi. Yerine oğlu Melikşah geçti.

    Muhammed bin Davud doğunca, kahraman arslan manasına gelen Alparslan lakabını verdiler. Küçük yaşta tahsile başladı ve zamanın âlimleri tarafından en iyi şekilde yetiştirildi. Kuvvetli zekâsı ve üstün ahlakı ile dikkatleri çekti. Ehl-i sünnet itikadına göre yetişerek akranları arasında yiğitliği, tedbirli hali, doğru ve ileri görüşlülüğü ve kararlılığı ile meşhur oldu. Merhamet sahibi, ince, hassas ruhlu, Müslüman kardeşlerine karşı yumuşak, bozuk fırkalara ve din düşmanlarına karşı sert ve sarsılmaz bir kale gibi idi. Allah’ın (c.c.) nün dostları uğruna canını verir, düşmanlarından da nefret ederdi.

     Alparslan’ın babası Davud Çağrı Bey’in ve amcası Muhammed Tuğrul Bey’in gayreti ile Horasan ve Nişabur civarında Selçuklu Devleti’nin temeli atılmıştı. Kahraman bir asker ve iyi bir Müslüman olan Çağrı Bey, oğulları arasında Muhammed Alparslan’ı kendine veliahd seçti. Kendi veziri Nizamül-mülk’ü de oğlu Alparslan’a Atabek yaptı. Alparslan daha on, bir rivayete göre on beş yaşlarında iken babasının hastalığı sebebiyle ordusunun başına geçip, üzerine gelen Gazne hükümdarı Mevdûd ile karşılaştı. Ve Belh’de müthiş bir meydan savaşı sonunda gâlip geldi.

     Horasan’ın idaresine başlayan Alparslan, bir taraftan ilminin artması için zamanın en büyük âlimlerinden din ve fen dersleri alıyor, diğer yandan da devlet işleriyle ilgileniyordu. Fırsat buldukça silah talimleri yapıyor, kendini bileği bükülmez bir cengâver olacak şekilde yetiştiriliyordu. Bilhassa, aynı zamanda büyük bir âlim olan vezir Nizamülmülk’den çok istifade ediyordu.

     Alparslan, daha küçük yaşından itibaren din-i İslam’ın ve Ehl-i sünnet itikadının bütün dünyaya yayılmasını ve Müslümanların bir bayrak altında toplanmasını arzu ediyor ve bunun tahakkuku için gayret gösteriyordu. Ülkesinin hududlarını Hindikuş dağlarına kadar genişletti.

   Alparslan’ın Doğuda ve Batıda gösterdiği kahramanlıklar, az bir kuvvetle güçlü düşmanlara galip gelmesi, Selçuklu askerleri ve kumandanları arasında derin bir saygıya sebep oluyordu. Kumandanlar ve askerler, böyle bir yiğidin başlarında bulunmasını arzu ediyorlardı. O, başlarında olduğu müddetçe, pek çok ülkeyi fetheder ve İslam’ı her tarafa duyururlardı. Onun Allah’a bağlılığı ve Ehl-i sünnet itikadının yayılması için uğraşması da Selçuklu uleması arasında pek beğeniliyordu. Âlimler, böyle mübarek bir zatın sultan olmasıyla İslamiyet’in bütün dünyaya yayılacağına inanıyorlardı. Halka karşı çok mütevazı ve merhametli olması, onların dertleriyle ilgilenip, fakirlere kendi parasından yardımda bulunması, Selçuklular arasında özlenen bir sultan olmasına yeter sebepti. 1060 yılında Çağrı Bey vefat edince, veliahd olan Alparslan, Horasan Selçuklu Devleti’nin sultanı oldu. Kısa zamanda adaleti, iyiliği, cömertliği ile herkesin gönlünü kazandı. Tebeasına çok iyi muamelede bulunuyor, Müslümanların duâsını almak için gecesini gündüzüne katıyordu. Onun bu halleri, Selçuklu ülkesinin her yerinde dillerde dolaşır olmuştu. Her ne kadar, Kutalmış Bey sultanlığa heveslenip ordusunu, o günün büyüklerinin ikazına rağmen, Sultan Alparslan’ın üzerine yürüdü ise de mağlup olduğu gibi askerleri arasında ölü bulundu. Burada büyüklerin düşündüğü devletin bekası ve Müslümanların bir çatı altında bölünmeden birlik ve beraberliğini korumak ve devam ettirmek idi. İşti bu mana da, Alparslan’ın veziri büyük hadis ve fıkıh âlimi Hasan bini Ali Nizamül-mülk, Alparslan’ı savaşa teşvik etti ve; “ Sultanım! Horasanda zatı âliniz için öyle bir ordu hazırladım ki, bunların yardımı seni hiçbir zaman yalnız bırakmaz. Uğrunuzda hedeften şaşmayan oklar atarlar. Bu ordunun neferleri ulema ve evliyadır. Dünyaya meyletmeyen bu mübarek kimseler, sana ve orduna duâ etmek suretiyle en büyük yardımı yapmaktadırlar.” Diyerek duâ ordusunun askerleri olan âlimlerin kendisini tuttuğunu bildirdi. Bunun üzerine Alparslan, askerlerine hücum emrini verdi. Kısa süren bir mücadeleden sonra, Alparslan galip geldi. Kutalmış da askerleri arasında ölü bulundu. Bu zaferden sonra, Selçuklu payitahtı Rey şehrine (Tahran yakınların da bir şehir) giren Alparslan, 27 Nisan 1064’te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcası Tuğrul Bey’in vezirliğini yapan Abdülmülk Kündüri’yi azletti. Çünkü Kündürî, Ehl-i sünnet mezhebine düşman olan Mutezile bozuk fırkasına çok sıkı bağlı idi. Böyle olduğunu hiç belli etmeden Ehl-i sünnet âlimlerine zulmederdi. Öteden beri, özellikle Şafiî mezhebinde olanlara amansız bir mücadeleye girişmişti. Şafiî fıkıh âlimlerinin büyüklerinden Ebu Sehl bin Muvaffak’ı hapsettirme kararı almış, Ebü’l-Kasım Kuşeyri ve kelam âlimi Fürakî’yi yakalatıp, sokaklarda sürükletmiş, pek çok eziyet ve işkencelere tabi tutmuştu. Bu yüzden birçok Şafiî âlimi Kündüri’nin şerrinden Bağdat’a göçmüşlerdi. Ehl-i sünnet itikadının sancakdarı olan Sultan Muhammed Alparslan, Kündüriyi sapık itikadından dolayı idam ettirip, Nizamülmülk’ü Selçuklu Devleti’nin baş veziri îlan eyledi.

     Başına buyruk olan beyleri bir çatı altında toplayarak Büyük Selçuklu Devleti’ni teyid etmiş oldu.

     Zamanın Halifesi, bütün Arap Meliklerine haber gönderip, camilerde Sultan Alparslan adına hutbe okunmasını emretti. 11 Mayıs 1064 tarihinden itibaren camilerde Muhammed Alparslan ismiyle hutbeler okunmaya ve duâlar edilmeye başladı. Böylece İslam ülkeleri, Sultan Alparslan’ın hükümdarlığını kabul etmiş oluyorlardı. Allah (c.c.) kendilerinden razı olsun. (Devam edecek)

  

Yazarın Diğer Yazıları