
Padişahların Hocalara Verdiği Değer
Mustafa Özyurt
Ünlü seyyahımız Evliya Çelebi merhum, padişahların hocalara verdiği değeri anlatırken nakleder ki:
Padişah Macar diyarındadır. Padişah ordu kenarında Rasülullah sancağı ile bir tepe üzerinde durmakta idi. Huzurunda Yeniçeri ve Sipahiler, göğüs göğüse çarpışmakta, Resul sancağı önünde kırılmakta idi. Padişah, bu hali görüp yanında hazır olan hoca efendiye” Efendi ne çare edelim” der. Hoca efendi:
Padişahım, yerinden ayrılma. Şimdi Cenabı Kibriya’nın yardım ve ihsanını görürsün” diye cevap verir. Orada bulunan Koca Solak başı:
“ Padişahım asla elem çekme. Deden Süleyman han ile Mohaç sahrası cenginde düşman biraz üstünlüğünü gösterip, sonunda bozulup, bir can kurtulmamıştı. Sabır iyidir” deyip Padişahı teselli ettiler.(evliya ç.s.c.7.s.106).
Tabiidir ki ordumuz, inayeti ilahi ve ihsanı rabbani ile muvaffak olmuştur. Hadiseler karşısında hemen pes etmemek, âlimlere, akil kişilere danışmak ve topluma hizmette sabır ve metanet göstermek başarının sırlarındandır. Sabır her ne kadar belalara katlanmak manasına gelse de, esas itibariyle, İslam’a, Kur’an’a, dine, vatana, millete himmette, zorlukları görüp yılmadan mukavemet gösterip o işin, hizmetin devamlılığını sağlamaktır.
OSMANLI ELÇİSİNİN CİHANMERTLİĞİ
Meşhur tarihçi ve seyyahımız Evliya çelebi, Osmanlı elçisinin cihan mertliğini Avrupa’da bir seferden şöyle anlatır:
Paşamıza kralın adamları, Kralın huzuruna girerken, Boru, davul ve deccallarını (kâfirlerin) çaldırmalarını isterler. Paşamız: mehterhaneyi çalmalarını teklif ederler. Kralın adamları teklifi kabul etmeyince, Paşamız:
Ey, şimdi sizin maksat ve meramınızı anladım. Ben, sizin bu teklifleriniz üzere krala varmam. Osman oğullarının kanununu bozman. Beni diğer elçilerle bir tutmayın. Bana ne mal ne menzil ve ne pis şarap lazım. Ancak Padişahımın namusu ve Muhammedin namusu lazım. Eğer kanunumuz üzere beş yüz altmış adet adamıma birer okka ekmek, birer okka et ile beş yüz baş atıma birer yem ve diğer gerekli ihtiyaçlarımızı verirseniz uygun olur. İlla kanunumuza uymayıp bize hakaret ederseniz ben burada onyıl bütün adamlarımla otursam süt ve hurma ile bolca nebat yedirip hepsine zipa, şip ve altın kumaş giydirip otururum. Sizin bana iltifat etmediğinizi tek tek Sadrazama bildiririm. Sizin de elçiniz İstanbul’da, köpek yerine konmayıp, rağbet ve iltifat edilmeyip, Galata meyhaneleri içinde pagurya, yengeç, kerevit istiridye, sümüklü böcek, kaplumbağa ve ahtapot yesin diye diye söylerim” dedikten sonra hemen:
“ Tez divan efendisini çağırın. Sadrazama halimizi bildirelim. Bütün askerleri ve Tatar askerlerini dağıtmasınlar “deyip divan efendisine arz yazmasını emir ve tembih buyurdular.
O an tercüman ve baş komiserin akılları başlarından gider. Paşanın ayağına düşüp:
“Aman Sultanım lütfeyleyüp arz yazmayın. Varalım bir kere Çesara danışalım” derler. Paşa:
“ Bire hey mel’un dinsizler, söze gelince Çesar şöyle büyük, böyle namlı falan filandır dersiniz. Bunda Çesara danışacak ne var?. Çesardan başka iş bilir ve söz anlar adamlarınız yok mudur? Bizim Osmanlı vezirleri iş görür, kaleler alır, bozar, bozulur, Erdel kralını, Boğdan ve Eflak beylerini yerlerinden alırlar. Kâfirler çaresiz kalıp bir ricalarını kabul ettiremediler. (Evliya ç.s. c.7.s.148)
Bura da Evliya Çelebinin naklettiğinden anlaşılan; Osmanlı paşasının sözlerinde, her ne kadar padişahtan söz etse de asıl itibar vatan ve milletinin itibarıydı. Zira onlar, nerelerde dimdik durulacağını ve nerelerde eğilmeleri icap edeceğini gayet iyi biliyorlardı. Onun içindir ki, Osmanlı deyince, dürüst, daima vakarlı ve cesur olup, menfaat ve makam sevdasına kapılmamış insanlar akla gelir. (İstisnalar hariç).
Onun içindir ki, Müslüman Türk milleti askerliği de sever askerini de sever ve vatan sevgisi onun en çok istediği şeylerdendir diyoruz vesselam. (Devam edecek)