Mustafa Özyurt

Onlar kendisinde cevher olanları bilirler

Mustafa Özyurt

Evvelki yazılarımızdan birinde bahsetmiştik. Hadimi (K.S.) İki padişahımız yani III. Ahmet ve I.Mahmut tarafından İstanbul’a davet edilip, bir müddet İstanbul’da hizmeti diniyyede bulunmuş idi. İstanbul’da kaldığı zaman zarfında yaptığı hizmetlerden bir hatırasını Mehmet BOZKIRLI isimli eski kuran Kursu hocalarından, Yaşlı bir hoca efendi bana şöyle anlattı:
Hazreti Hadimi, Padişahın arzu ve isteği ile İstanbul da kaldığı müddetçe bazı camileri dolaşır ve o mabedler de vaaz veren hoca efendileri dinler idi. Yine bir gün, Fatih Camine gider, vaaz veren hoca efendiyi dinler. Hoca efendi, gayet fesih ve beliğ konuşur. İslamın hakikatini anlatırken çok veciz ifadelerle, ilahi gerçekleri fevka’l-ade güzel aktarmaktadır. Yani adam cevhermi? Cevher. Lakin müşterisi çok az!.
Hadim’nin bu manzara gözünden kaçmaz. Ve kendi kendine; Vaiz efendi ne kadar güzel konuşuyor. İlmi irfanı nekadar hoş ifade ve izah etmektedir. Böyle güzel konuşan, içerisi cevher dolu bir alimi dinleyenler neden az?. Bu cevherin müşterileri neden bu kadar? Hâlbuki İslam’ın cevherlerini bu kadar veciz lisanla cemaate aktaran, derya gibi bir ilim sahibi, her konuştuğunda cevher saçan bu hoca efendinin cevherinin müşterileri çok olması lazım. Yani bu Fatih Camii lebaleb dolu olması gerekir. Neden bu zatın sohbetine rağbet eden azdır, diye epey düşünür.
Bu vaiz de, bir arızanın olduğu kanaatine varır. Ve sebebini araştırmaya, arızanın tespit ve teşhisine karar verir.
Vaiz efendi sohbetini tamamladıktan sonra, namaz kılınır ve camiden çıkar. Hazreti Hadimi de peşini takip eder. Nihayet bir sokağa varırlar. Vaiz efendi evine girer, bir müddet sonra evinden çıkar. O, çıktıktan hemen sonra Hadimi, bu zatın kapusuna varır ve kapuyu tıklatır. İçerden hoca efendinin hanımı buyurun deyince; Kızım ben bir ihtiyarım, biraz konuşabilirmiyim der.
-Hanım da, buyurun efendim der ve kapıda konuşmaya başlarlar.
Hazreti Hadimi sorar, der ki; Evladım senin kocayın ne gibi halleri var bana anlatırmısın?
Hoca efendinin hanımı başlar kocasını anlatmaya. Der ki; Efendim benim kocam Vaizdir. Çok güzel huyları vardır. Meziyetleri boldur. Kimseye zararı yoktur. İyi geçiniriz, kendisinden çok memnunum. Lakin bir huyu bir alışkanlığı vardır ki onu bırakmıyor.
O alışkanlığı şudur: Her yemeğin sonunda bir bardak şarabı içer, içerken de “ Allahın Rahman sıfatına güvenerek der “ve kadehi kaldırır. Böyle bir kötü alışkanlığı vardır. Başka da bir alışkanlığı yoktur deyince;
Hadimi, işte bulduk arızayı der kendi kendine. Vaiz efendinin hanımına da Fatih Camiinde kocası olan Vaiz efendiyi dinlediğini, çok hoşuna gittiğini, adeta cevher saçtığını, ilminin fesahat ve belağatını anlatır. Buna rağmen bu cevherlerin neden müşterisinin çok az olduğunu, halbuki müşterisinin yani dinleyen cemaatinin çok olması lazım geldiğini düşündüğünü söyler. Devamla:
-Kızım, kocanız yemekten sonra yine aynı alışkanlığını yaparak, “ben Allahın rahman sıfatına güvenerek sığınarak ” deyip, şarap bardağını ağzına doğru kaldırdığı esnada sen de: “İnnallahe azizüntikam (muhakkak Allah intikam sahibidir) ayetini okuyarak bileğine sarılırsın diye tenbihde bulunur.
Yine kendisinin ertesi günü Fatih Camiine varıp filanca direğin dibine oturup vaiz efendi olan kocasını dinleyeceğini söyler, Allaha ısmarladık diyerek oradan ayrılır.
Vaiz efendi, evine tekrar geldiğinde, akşam sofra kurulur, yemekler yenir. Vaiz hoca efendi, âdeti vechiyle şarap bardağını eline alır, ağzına doğru kaldırırken! Hanımı;
“ İnnallahe azizünintikam” diyerek bileğinden tutar. Vaiz efendi, hiçbir şey yapamaz derin derin düşünmeye başlar. Ve hanımına;
Hanım, niçin böyle yaptın?, sana bunu kim öğretti? der.
-Hanımı, başlar anlatmaya;
Derki, bu gün öğlen namazında camide sen vaaz verirken, Muhammed Hadimi isminde bir zat senin vaazını dinlemiş. Çok hoşuna gitmiş sizin ilminiz ve anlatım şekliniz. Sizi dinledikten sonra, sizde bir cevher olduğunu fark etmiş. Lakin cevherlerinizin müşterisini az bulmuş. Bu kadar bol cevheri olan bu zatın müşterileri neden bu kadar az diye merak etmiş. Bunda bir arıza alabileceğini düşünerek, sebebini araştırmak maksadı ile bizim eve kadar gelmiş ve benden senin hakkında bilgi aldı. Bende durumu olduğu gibi söyledim.
Beni dinledikten sonra! Hah, tamam şimdi arızayı bulduk dedi ve bana böyle yaparsın diye tembihatta bulundu. Yarın yine senin vaazını dinlemek için Fatih camiine geleceğini, sizi dinleyeceğini söyledi ve Allaha ısmarladık deyip ayrıldı diye kocasına cevabı tamamlar.
Vaiz efendi o anda tövbeye gelir. Ve hanımına; Hanım, yarın camiye vaaza sende gel, bulunduğun yerden perdeyi aralaştırarak o zatı lütfen bana da göster de, onun ile bende müşerref olayım.
Hanımı, efendisinin arzusu üzerine ertesi gün o, vaaz için kürsüye çıktığında, orada hanımlar bölümünde bulunur. Hadimi, bir direğin yanında oturmaktadır. Hanım efendi, perdeyi yavaşça aralar, efendisi vaiz efendiye parmağı ile, direğin dibinde oturan zatı işaret eder. Ama vaizin ve Hadiminin dikkatinden kaçmayan bir şey var ki, cami önceki günkü gibi değil, lebalep dolu yani ağzına kadar dolu. Cemaat oturacak yer bulamıyor. Çünkü tabibi hazik onun arızasını tesbit etmiş. Ve o da, arızasının ilmi ile amil olmadığı hali olduğunu anlar ve derhal tevbe eder.
Mühim olan bu arızayı tesbit edebilmek veya bende ne gibi manevi ve ya maddi arıza olabilir diye şuurlaşabilmektir.
Velhasıl Vaiz hoca efendi hemen vaziyeti anlar ve namazdan sonra derhal hazreti Hadimi’nin yanına gelir ve eline varır, tanışır. Bu vaziyetten son derece memnun olurlar. Zira burada bir hakikati idrak var. Bir ciddi tehlikeden kurtulup büyük bir saadete kavuşma var. Buna kim sevinmez? Bir insanın, bir Müslüman’ın hidayeti dünyalara bedeldir. Cenabı Mevla cümlemizi hidayette kılsın. (Devam edecek)
 

Yazarın Diğer Yazıları