
Ona Zafer İhsan Eyle!
Mustafa Özyurt
Onlar, savaşa çıkmadan yaradana el açar, boyun bükerlerdi. İslam’ın şerefini yükseltmek için güç ve kuvvetlerini şereflice kullanırlardı. Ve cümle Müslümanlar da kendilerine düşen manevi vazifeleriyle İslam’a hizmette katkıda bulunurlardı. Vatansız da olunmaz, bayraksız da olunmaz. Vatan için, zaferler için dua etmek de her vatanperverin vazifesidir. Tarihte de öyle olmuştur Sultan Alparslan hakkında. Öyle olunca aşağıdaki duaya bir göz atalım;
Malazgirt savaşı yapılacağı hafta, zamanın halifesi, bütün Müslümanların, Alparslan ve ordusuna duâ etmesini emretmiş. Cuma günü camide okunmak üzere şu duâ metnini hazırlatmıştı:
“Ya Rabbî! İslam sancağını yükselt ve ona yardımını eksik eyleme. Küfrü tamamen ortadan kaldıracak şekilde onları mahveyle. Sana itaat için canlarını esirgemeyen ve kanlarını dökerek rıza’na kavuşmaya çalışan mücahid kullarına güç, kuvvet ver. Yurtlarını muhafaza, kendilerini muzaffer eyle. Emir’l-mü’minin Şehin şah-ı muâzzam Hazreti Muhammed Alparslan’ın dileğini kabul eyle. Din-i İslâm’ı yayıp şerefli ismini yüceltebilmesi için, onu desteğinden mahrum eyleme! Zira o, yalnız senin rızân için rahatını terk etti. Senin yoluna bütün malını harcadı, hatta canını bu yolda fedaya hazır eyledi. Kitabın Kur’an-ı Kerim’de;” Ey iman edenler! Size can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu göstereyim mi? Allahü Teala’ya ve peygamberine inanıyorsanız, O’nun yolunda mal ve canınızla cihat ediniz” (saf s.aye:10,11) buyuruyorsun. Sen vadinden dönmezsin. Allahım! O, nasıl senin davetine uyup dini İslam’ı korumada gevşeklik göstermeden emrine itaat etmiş ve bu uğurda gecesini gündüzüne katmış ise, sen de ona zafer ihsan eyle! Onu, düşmanların hilelerinden uzak kıl ve muhafaza et! Allahım! Onun bütün güçlüklerini kolaylaştır ve küffarı bozguna uğratarak İslam askerlerini muzaffer eyle. Amin!”
Ve böylece Müminlerin halifesi ve cümle Müslümanlar da kendilerine düşen manevi vazifeleriyle İslam ordusuna destek de bulunuyorlardı.
Biz yine dönelim savaş meydanında olup bitenlere! Sultan Alparslan, âlimler ve kumandanlarını toplayıp, düşmanla ne zaman çarpışacağı hakkında istişare etti. Her kumandan fikrini söyledi. Ordu İmâmı Buhara’lı Muhammed; “Sultanım! Siz Allahü Teala’nın batîl dinlere karşı zafer vadettiği İslam dini için, cihat ediyorsunuz. Bütün Müslümanların bize duâ ettiği Cumâ günü savaşa girelim. Cenab-ı Hakk’ın seni muzaffer kılacağına inanıyorum” dedi. Bunun üzerine çarpışmanın Cuma günü öğle namazından sonra yapılması kararına vardılar. Muharebenin nasıl yapılacağı ve kumandanların hareket tarzı belirlendi. Sabaha kadar ok atıp tekbir ve kös sesleri ile kalplerine korku salınarak, Mücahitlere,”Cenab-ı hakkın ismi şerifini yüceltmek, dini İslam’ı yaymak” şeklinde niyetlerini tekrarlamalarını, emir vermeden hücuma kalkmamalarını, eman dileyene kılınç vurmamalarını, “ Allah Allah” diyerek çarpışmalarını söyleyip, askerlerini heyecana getiren hitaplarda bulundular.
Yine o gece, Sultan Alparslan, sabaha kadar uyumadı. Allahü Teala’ya gözyaşları arasında ibadet eyledi. Otağı hûmayununda secdeye kapandı. Gözlerinden akan yaşlar toprağı ıslatırken; “Ya Rabbi! Senin dinini yaymak, ism-i şerifini yüceltmek için yaşıyorum. Habib-i Ekrem ve Nebiyyi muhterem Sallallahü Aleyhi Vesellem efendimizin hatırı için, Hz. Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali Radıyallahü Anhüm efendilerimizin hatırı için, Kur’anı Kerim’de medh ederek bahsettiğin Eshab-ı kiramın hatırı için, bu İslam düşmanlarını kahrederek ordumu muzaffer eyle. Evliyanın ruhlarını bizimle beraber et!” diye niyazda bulundu. Yaptığı uzun duâlardan sonra atına binerek, istirahat eden mücahitlerin arasında dolaştı. Kumandanlar kararlaştırıldığı gibi vaziyet aldı. Askerin kimisi uyur kimisi nöbette. Yani her kes vazifesinin başında. Bu durum Sultanı son derece memnun etti. Fecirle beraber müezzinler, yanık sesleriyle ezan-ı Muhammedeye’yi okumaya başladılar. Alparslan, büyük bir haz ile huşu içinde müezzinleri dinledi. Ölümü, kabir hayatını, Eshabı kiramın İslamiyet’i yaymak için çektiği sıkıntıları düşündü. Belki de bu son savaşıydı. Çok sevdiği cihad yolunda şehadet şerbetine kavuşacaktı. Gözlerinden iki damla yaş toprağa akarken, bütün ordunun abdest alışını seyretti. Herkes koca ovada yerini alırken, Sultan da sünneti kılmaya başladı. Kamet getirildikten sonra, ordu İmam-ı Buharalı Abdulmalikoğlu Muhammedin; “Allahü Ekber” demesiyle koca ordu, Allahü Teala’nın huzurunda farza durdular. İmam, Fatiha’dan sonra cihat ayeti kerimelerinden okudu. Binlerce mücahid askerin hep birden rükuâ eğilip secdeye varmaları ve tekrar doğrulmaları pek heybetli idi. Bu hal bir dağın yere kapanmasını andırıyordu.
Namaz kılıp, sıra duâya gelince, bütün asker el açarak, Allahü Teâlâ’dan zafer ihsan etmesini, bu uğurda şehid veya gazi olmalarını niyaz ettiler. Gözyaşları içinde yapılan duâdan sonra gür ve yanık sesli müezzin, Davûdî sesiyle Haşr suresinin son ayetlerini okudu. Namazdan sonra, aynı birlikte olanlar silah arkadaşlarıyla helallaştılar. Herkesin dudakları kıpırdıyor, şehadetten önce büyük bir aşkla Allahü Teala’nın ismini anıyorlardı. 26 Ağustos 1071’de Mücahid Sultan Alparslan, savaş düzenini, gazilerini, techizatlarını bir kez daha kontrol ederek, son hazırlıklarını da ikmal edip, cephede hep birlikte Cumâ namazını kıldılar. Gözyaşları içerisinde yapılan duâlardan sonra, beyaz elbiselerini giyen Sultan Alparslan, atının kuyruğunu kendi elleriyle düğümledikten sonra, kıbleye döndü ve secdeye kapandı. Cenab-ı hakka hamd ettikten sonra, gözlerinden yaşlar boşanırken; “Allahım! Azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin rızan için savaşıyorum. Allahım! Ordumu muzaffer eyle! Günahlarım sebebiyle onları kahreyleme! Allahım! Niyetim halistir. Bana yardım et. Sözlerimde yalan varsa beni kahreyle! Diye yalvardı. Sonra doğruldu ve bir sıçrayışta atına bindi. Gözleri çakmak gibi yanıyordu. Ordusuna şöyle bir göz gezdirdikten sonra;” Beylerim! Yiğitlerim! Dini İslam’a hizmet de yarış eden yiğitlerim!” Mücahitler, atlarının üzerinde dikkat kesilmişler, Sultanlarının sözlerini dikkatle dinliyorlardı. Alparslan, büyük bir azimle;” İşte şehitlik kefenimi giydim! Allahü Teâlâ’nın rızası için, içinizden bir nefer gibi çarpışacağım. Eğer şehadet mertebesini kavuşursam, bu beyaz elbisem kefenim olsun! O zaman, oğlumuz Melikşah elbette başbuğumuzdur!” dediği an, heyecandan bir yay kirişi gibi titreyen, mücahitler hep bir ağızdan; “Allah seni başımızdan eksik etmesin Sultanım” dediler. Her birinin gözleri alev alev yanıyor. Bir an önce düşmanın üzerine atılmak istiyorlardı. (devam edilecek)