Mustafa Özyurt

Mîrâci'n-Nebi 

Mustafa Özyurt

Gerek inanç mevzuunda proplemler (İbrahim peygamber döneminde olduğu gibi), gerek ticari hayattaki proplemler (Salih peygamberin zamanında olduğu gibi), gerek ahlakı proplemler ( Lut kavminde olduğu gibi) hep tevhıd ilkesine vurgu yapılarak ve insanlar oraya davet edilerek tedavi edilmeye çağrılmıştır. İnsanlığı tevhıde davet eden ahır zaman nebi’si Efendimiz s.a.v.in  kudsü Şerif ile konunun alakasına dönelim.     

İslâm dîninin kıymet verdiği mübârek gecelerden. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın beden ve ruh ile berâber, uyanık iken göklere çıkarıldığı, Allahü teâlânın emri ile Cennet ve Cehennem’in kendisine gösterildiği geceye denir. Mîrâc, lügatte “merdiven” demektir. Yüksek bir yere çıkılan âlet, vâsıta veya yükseğe çıkmak mânâlarına gelir. Mîrâc hâdisesi, Resûlullah’ın (s.a.v.), Peygamber oluşunun dokuzuncu yılına rastlayan Receb ayının 27’nci gecesinde vukû bulmuştur. Mîrâc, Peygamberimize verilen bir mûcizedir. (Rehb.an.Bkz. Mûcize)

İSRÂ VE MİRAÇ HÂDİSESİ

İsrâ hâdisesiyle Mescidi Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya götürülen Peygamber s.a.v.'a, buradan semâvâta urûc etme, yâni Mîrâc şerefi bahşolundu. Gerçekten, Mescid-i Aksâ'ya varan Hazret-i Peygamber s.a.v. buradan Hazret-i Cebrâîl'in rehberliğinde "Sidretü'l-Müntehâ"ya kadar çıktı.

Nitekim âyet-i kerimede buyrulur:  "Kulunu bir gece, Mescid-i Harâm'dan kendisine bâzı âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allâh, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen, hakkıyla görendir." (el-İsrâ, 1)

Âyeti kerîme, ifâde ettiği mühim ve şaşılacak işlerin ehemmiyetine dikkat çekmek üzere tenzîh ile başlamıştır. Müfessirlerin beyânına göre سُبْحَانَ, Cenâb-ı Hakk'ın, noksan sıfatlardan tam bir şekilde münezzeh olduğunu ifâde eder. Ayrıca Hakk'ın hârikulâde sanatı karşısında hayret ifâdesi olarak da kullanılmaktadır. Aynı zamanda mühim tesbîhâttandır.

Mescidi Aksâ ve etrâfının mübârek olması ise şöyle îzâh edilmiştir: Dîn ve dünyâ bereketiyle bereketlendirilmiştir. Etrâfında yeşillikler ve ırmaklar vardır.

Pek çok peygamber orada yaşamış ve bu sebeple de vahyin iniş mekânı olmuştur. İsrâ hâdisesi sebebiyle de ayrıca bereketli kılınmıştır.

Bu yolculukta Cenâbı Hak, kulu ve Rasûlü Muhammed Mustafâ s.a.v.'e acâyip ve hârikulâde hâdiseler göstermiştir. Ayrıca bu yolculukta Allâh Rasûlü s.a.v., o gece Mescidi Aksâ'da bütün peygamberlere imâm olup namaz kıldırdırmıştır. (İbn-i Sa'd, I, 214.)

Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselâm Efendimize olan ihsânlarının en şereflilerinden biri de O’nu Mîraca çıkarmasıdır. Bu mûcizeyi O’ndan başka hiçbir peygambere vermemiştir. Mîrâc gecesinde Resulullah’ın Mekke’den Mescid-i Aksâ’ya götürüldüğü Kur’ân-ı kerîm’de açıkça bildirilmektedir. Allahü teâlâ, İsrâ sûresinin başında meâlen; “Kulumu gece Mescid-i Haram’dan (Mekke’den) Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e), âyetlerimizi göstermek için götürdüm.” buyuruyor. Peygamberimiz de, “Beden ile gittim” buyurdu. Sâdece rüyâda ruh ile gittiği mîrâcları da olmuştur. Peygamberlerin rüyâları da vahiydir. Önceden ruh ile olan mîrâclar, cesetle olarak mîrâca hazırlamak için idi.

RESÛLULLAH ÇOK ÜZÜLDÜ

Resûlullah efendimiz peygamberliğini Mekkeli müşriklere açıkladığı zamandan beri, müşriklerin türlü sıkıntılarına mâruz kaldı. Allahü teâlânın dînini herkese duyurmak ve onları saâdete, kurtuluşa kavuşturmak için gece-gündüz uğraşıyordu. Dokuz senede çok az sayıda insan Müslüman olmuştu. Mekke halkı îmân etmiyor, Müslümanlara çok sıkıntı veriyordu. İşkenceye başlamış, işi azdırmışlardı.

Resûlullah çok üzüldü. Hicretten bir yıl önce, elli iki yaşında idi. Zeyd bin Hârise’yi alarak Tâif’e gitti. Tâif halkına bir ay nasîhat etti. Hiç kimse îmân etmedi. Alay ettiler. İşkence yaptılar. Yuhaladılar. Çocuklar taşa tuttular. Ümitsiz, üzüntülü, yorgun geri dönerken mübârek bacakları yaralandı. Zeyd’in başı kan içinde kaldı. Çok sıcak bir saatte, yol kenarında, bitkin hâlde oturdular. Orada bulunan bağ sâhibi, Rebi’a oğulları zengin UTBE ve ŞEYBE adında iki kardeş, köleleri Addâs ile birer salkım üzüm gönderdi.

Resûlullah üzümü yerken besmele okudu. Addâs Hıristiyan idi. Bunu işitince şaşırdı: “Yıllarca buralardayım. Kimseden böyle söz duymadım. Bu nasıl sözdür?” dedi.

Resûlullah; “Sen neredensin?” buyurdu.

Addâs; “Ninovalıyım.” dedi.

Resûlullah; “Yunûs a.s.ın memleketinden imişsin.” buyurdu.

Addâs; “Sen Yûnus’u nereden tanıyorsun? Onu, buralarda kimse bilmez.” dedi.

Resûlullah; “O benim kardeşimdir. O da, benim gibi Peygamber idi.” buyurdu.

Addâs; “Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sâhibi yalancı olmaz. Ben inandım ki, Sen Allah’ın Resûlüsün.” dedi. Müslüman oldu.  Ve dediki:

”Yâ Resûlallah, yıllarca bu zâlimlere, bu yalancılara kulluk ediyorum. Herkesin hakkını yiyorlar. Herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi tarafları yok. Dünyâlık toplamak, şehvetlerini yapmak için her alçaklığı göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikte gitmek, size hizmetle şereflenmek, câhillerin, ahmakların size yapacağı saygısızlıklara hedef olmak, mübârek vücûdunuzu korumak için fedâ olmak istiyorum.” dedi.

Resûlullah, tebessüm buyurdu; “Şimdi efendilerinin yanında kal! Az zaman sonra, adımı her yerde işitirsin. O zaman bana gel.” buyurdu. Bir müddet istirahat edip, yaralarını, kanlarını sildiler. Mekke’ye yürüdüler. Karanlıkta şehre girdiler. Birkaç ay Mekke’de çok sıkıntılı geçti. Her taraf düşman idi. Gidilecek bir yer yoktu. Doğruca amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümm-i Hânî’nin Ebû Tâlib Mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hânî, o zaman îmân etmemişti. Kapıyı çaldı. Ümm-i Hânî; “Kimdir o?” dedi.

Resûlullah; “Amcan oğlu Muhammed’im. Kabul edersen, misâfir geldim.” buyurdu

Ümm-i Hânî; “Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misâfire can fedâ olsun. Yalnız, teşrif edeceğinizi önceden bildirseydiniz, bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek birşeyim yok.” dedi.

Resûlullah; “Yiyecek, içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir.” buyurdu.

Ümm-i Hânî, Resûlullah’ı içeri alıp, bir hasır, leğen, ibrik verdi. Gelen misâfire ikrâm etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli vazîfe sayılırdı. Bir evdeki misâfire zarar gelmesi, ev sâhibi için büyük yüzkarası olurdu. Ümm-i Hânî düşündü. Bunun Mekke’de düşmanları çok. Hattâ öldürmek isteyenler var. Şerefimi korumak için, sabaha kadar onu gözeteyim, dedi. Babasının kılıcını alıp, evin etrâfında dolaşmağa başladı.

Resûlullah, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, Rabbine yalvarmağa, af dilemeğe, kulların îmâna gelmesi, saâdete kavuşmaları için duâya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü idi. Hasır üzerinde uyuyuverdi.

O anda, Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselâma:

Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübârek bedenini, nâzik kalbini çok incittim. Bu halde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Git! Habîbimi getir! Cennet’imi, Cehennem’imi göster. O’na ve O’nu sevenlere hazırladığım nîmetleri görsün. O’na inanmıyanlara, sözleri, yazıları ve hareketleriyle O’nu incitenlere hazırladığım azapları görsün. O’nu ben teselli edeceğim. O’nun nâzik kalbinin yaralarını ben gidereceğim, buyurdu.

Cebrâil aleyhisselâm, bir anda Resûlullah’ın yanına geldi. Mışıl mışıl uyur gördü. Uyandırmaya kıyamadı. İnsan şeklinde idi. Mübârek ayağının altını öptü. Kalbi, kanı olmadığı için soğuk dudakları, Resûlullah’ı uyandırdı. Cebrâil’i (aleyhisselâm) hemen tanıdı ve; “Ey Cebrâil kardeşim. Böyle vakitsiz niçin geldin. Yoksa bir hatâ mı ettim. Rabbimi gücendirdim mi? Bana acı haber mi getirdin?” buyurdu ve Rabbinin darılacağından çok korktu.

Cebrâil aleyhisselâm; “Ey bütün yaratılmışların en üstünü! Ey Yaratanın sevgilisi! Ey peygamberlerin efendisi, iyilikler menbaı, üstünlükler kaynağı olan şerefli Peygamber! Rabbin sana selâm ediyor. Seni kendine dâvet ediyor. Lütfen kalk. Buyur, gidelim, dedi. Kâbe yanına geldiler. Orada, bir kimse geldi. Göğsünü yardı. Kalbini çıkardı. Zemzem suyu ile yıkadı. Yine yerine koydu. Sonra Cennet’ten gelen Burak adındaki beyaz hayvana binip, bir anda Kudüs’te, Mescid-i Aksâ’ya geldiler. Cebrâil aleyhisselâm kayayı parmağı ile deldi. Burak’ı oraya bağladı. Geçmiş peygamberlerden bâzısının ruhları insan şeklinde orada idi. (Burak Mescidinde Burakı bağladığı yere bir halka koymuşlar temsilen.)giderseniz görürsünüz.(Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları