Mustafa Özyurt

İstanbulun fethinde eyyubel-ensari r.a.

Mustafa Özyurt

Hz. Ebu Eyyûb-i Ensârî sağlığında göremediği o fethi vefatından sonra kabrinden temaşa etmek istemişti. Bu bakımdan İstanbul’un manevî fatihi olarak kabul edilen Ebu Eyyûb-i Ensârî, bu toprakları asırlardır şereflendirmiş ve nurlandırmıştır. Onun defin edilmesinden sonra ordu kumandanı Yezîd, mezarına bir zarar gelmemesi için, Bizans Kayserine bir elçi gönderdi. Orada yatanın Peygamber Mihmandarı olduğunu ve Ona gelecek en küçük bir zararın, İslâm dünyasında bulunan bütün kiliselerin yıkılıp yerle bir olmasına sebep olacağını ihtar etti. Gerek bu tehdit, gerekse Hz. Peygamberin büyük Sahabesi olması sebebiyle, Hıristiyanlar onun mezarına zarar verememiş, hatta Müslümanlar gibi onun mezarını ziyaret ederek manevî yardımını dilemişlerdir. Zamanla o mezarda yatan zatın hüviyeti Bizanslılarca unutulmuş, fakat manevî havası sonraki asırlarda da devam etmiştir.
Bundan sonra İstanbul üzerine daha pek çok sefer tertip edilmiştir. Ancak her defasında muhkem kalelerle korunan şehir feth edilememiş, bu şeref Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet Han ve askerlerine nasip olmuştur. Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet Han (1429-1481) İstanbul’un fethini gerçekleştirdikten sonra devrin büyük âlim ve gönül sultanlarından Akşemseddin hazretlerine:
“Ey benim muhterem Hocam! Tarih kitaplarının yazdığına göre, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimiz hazretlerinin mihmandârı Ebu Eyyûb el-Ensâri’nin (r.a.) mübarek kabri, burada kalenin yakın bir yerindeymiş. Himmetinizle kabri şerifin yerini bulmak ve bilmek arzusundayım” buyurunca Akşemseddin, Sultana hitaben;
“Sultanım ben geceleri şu semtte bir yere nur inmekte olduğunu görüyorum. Zan ederim ki, o nurun indiği yerde, o mübareğin kabr-i şerifi olsa gerektir” buyurdu. Beraber bugünkü türbenin bulunduğu yere geldiler. Akşemseddin hazretleri bir müddet teveccühte bulunduktan sonra:
“Evet, Hz. Ebu Eyyub el-Ensârî’nin ruhu şerifi ile şimdi mülâkat ettim, İstanbul’un fethini tebrik edip, “Beni zulmet-i küfürden kurtardın.” buyurarak ferah ve sürurunu belirtti buyurunca, Fatih Sultan Mehmed Hân ve Akşemseddin ile maiyeti hep beraber, işaret edilen yere geldiler. Sultan Fatih, Akşemseddin hazretlerine;
“Efendim! Kabri şerîfin yerini tayin buyurunuz ki, üzerine türbe yapalım” dedi. Akşemseddin hazretleri şimdiki türbenin bulunduğu yerde bir müddet teveccüh ve murakabede bulunduktan sonra, mezarın baş tarafından bir yeri göstererek: “Burasını kazınız. İnşâallahü teâlâ, iki arşın sonra yazılı bir mermer çıkacaktır. İşte orası Hz. Mihmandâr-ı Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabr-i şerîfidir” buyurdu. İşaret edilen yer kazıldı. Buyurduğu gibi yazılı mermer bulundu.
Sultan Fatih, Akşemseddin hazretlerinin kerâmetine hayran kalıp, ziyadesiyle memnun oldu. Fatih Sultan Mehmed Hac, Ebu Eyyûb-i Ensârî hazretlerinin kabri üzerine bir türbe, Akşemseddin ve ailesine mahsus odalar ile bir de câmi-i şerîf bina ettirdi. Burası bütün Müslümanların ziyaretgahı haline geldi. Câmi-i şerîfe 1136 (m. 1723) senesinde iki uzun minare yapıldı. Osmanlı Sultanı Üçüncü Selim Hân 1203 (m. 1789), 1223 (m. 1807) Eyyûb Sultan Camii’ni 1215 (m. 1800) senesinde yeniden yaptırdı, ilk Cuma namazında Sultan Selim Hân da bulundu. Türbenin son tamirini Osmanlı Sultanlarından ikinci Mahmud Han 1255 (m. 1808), yaptırdı. Sanduka üzerindeki yazılar, Sultan’ın el yazısıdır. Türbedeki asılı levhadaki iki beyti Sultan Üçüncü Selim Hân söyleyip, devrin meşhûr hattadı Yesârîzâde yazmıştır.
Alemdâr-ı Kerimi şâh-ı iklimi risâletsin
Muinim ol benim, dâim, bâhakkı Hazret Bari
Selim ilhâmi her dem, yüz sürer bu Ravza-i Pâke
Şefaatle kerem kıl, yâ Ebâ Eyyûb el-Ensârî
Hz. Ebu Eyyûb el-Ensârî, Peygamber efendimizden bizzat işiterek 150 hadisi şerif rivayet etti. Bunlardan bazıları şunlardır: Bir gün Hz. Hâlid bin Velid’in oğlu Abdurrahman muharebe sırasında yakaladığı dört esirin katlini emretmişti. Dördünün de atılacak oklarla can vermesini istemişti. Ebu Eyyûb bunu haber alınca Abdurrahman’ı ikaz etmiş ve “Resûl-i Ekrem’den (s.a.v.) işkenceli ölümleri nefy ettiğini duydum” diyerek bir hadîs-i şerîf nakletmiştir. Bir başka rivâyetinde:
Bir adam Resûlullaha gelerek, “Yâ Resûlallah, bana veciz şekilde nasihat eder misin?” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) nasihat isteyen o adama şöyle dedi:
“Namazını kıldığın zaman, sanki dünyaya veda ediyormuşsun gibi ol, yarın özür dileyeceğin bir sözü söyleme, insanların elindekinden ümidini kes.”
“Ramazanı şerif ayında tamamen oruç tuttuktan sonra, şevval ayında altı gün daha oruç tutan kimse, bütün sene oruç tutmuş gibi olur.” “Kim Allaha ortak koşmadan ibadet eder, namazı kılar, zekâtı verir. Ramazan ayında oruç tutar ve büyük günahlardan sakınırsa, muhakkak onun için Cennet vardır.” Eshâb-ı kirâm, “Yâ Resûlallah! Büyük günahlar nelerdir?” diye sordular. Resûlullah buyurdu ki: “Allah’a ortak koşmak, Müslüman bir kimseyi öldürmek ve cihâddan kaçmak
“Kılınan her namaz hatalara bir set çeker.”
“Sizden birisi helâya gittiğinde kıbleye yönelmesin ve kıbleye dönmesin.”
“Akşam namazına, yıldızlar doğmadan önce acele ediniz.”
“Sadakanın efdali, (en faziletlisi) akrabaya verilendir.”
“Bir Müslüman’a, din kardeşini üç günden daha fazla terk etmek, karşılaştıklarında birbirinden yüz çevirmek helâl olmaz. Bunların en hayırlısı ilk önce selâm verendir.”
“Bir mücahidin, fi sebilillah, düşmana hücum ve garat (akın) etmek üzere hareket ve faaliyette iken, üzerine güneşin doğması ve yine akşamüzeri harb meydanında karargâhına (gecelemek için) dönmesi Allah Teâlâ indinde, güneşin üzerlerine doğup, battığı bütün dünyâ mal ve mülkünden daha efdal, daha hayırlı ve sevabdır.”
Taberî Târîhi c.-3, sh-2324- Sahîhi Müslim c.-1, sh-243

Yazarın Diğer Yazıları