
İslâm dinine gönül vermelerini temine çalışıyordu
Mustafa Özyurt
Kalbinde Allah aşkını taşıyanlar, kalbinde iman nurunu muhafaza edenler onun gayesini çok çabuk ve gayet iyi anlıyorlardı. İneklerle Buzağıların Bir Arada Otlamaları! Hayvanlar onu dinlediler Ekinlerin İçinde Dolaşan Sığırlar Ekinleri Yemeyip Otları Yediler.
Buradaki yaşayan insanların irşat olup İslâm dinine gönül vermelerini temine çalışıyordu. Güzel şeye ve hayra delâlet etmek davranışların en iyisidir. Hayvanlar hakikaten otları yiyip ekinlere hiç dokunmuyorlardı. Cenabı Allah'ın hükümlerini ve kudretini insanlara anlatmak için çalışan insanlara, onların elinden sadır olan harikalara karşı çıkmamak lâzımdır.
Ş. Ali Semerkandî Rum diyarı bulunan Anadolu'ya ayak bastığında “Bursa” şehri Osmanlıların “Paytahtı” idi. Bursa'da Osmanlı Hakanlarından Orhan Gazi'nin oğlu Birinci Sultan Murat yani Murat Hüdavendigâr padişah idi. Murat Hüdavendigâr Osmanlı padişahlarının üçüncüsüdür. Hüdavendigâr Gazi diye de anılır. Tahta çıktıktan birkaç yıl sonra Osmanlı Devletini İmparatorluk haline getirmiştir.
Bu zat Orhan Gazi'nin küçük oğludur. Gayet iyi huylu olduğundan kendisine Hüdavendigâr denilmiştir. Padişah olunca Bursa'yı merkez yaptı.
O, Anadolu'da irşat görevi ile görevli bulunduğuna göre imanlı bir Hünkâr ile temas kurup görüşmesi gayet normal bir haldir.
Bu mübarek zat hayvanların hakkını verir, onları aç susuz bırakmazdı. Yine bir gün sığırları sulamış, onlara istirahat emrini vermişti. Ş. Ali abdest almış namaz kılıyordu. Selâm verip namazdan çıktı. Birde ne görsün... Bir kurt gelmiş ala öküzün başında bekliyor... Şeyh Ali ayağa kalktı, yönünü kurdun bulunduğu tarafa çevirdi ve kurda seslendi: “Cenabı Allah'ın mahlûku ey kurt! Allah aşkına bırak öküzü. Bu öküz ve öbür sığırlar bana emanettir. Ben bu öküzün sahibine ne söylüyeyim, ne haber vereyim” dedi. Kurt Allah tarafından lisana geldi. Ve: “Cenabı Allah'ın ey kulu! Ey Rasüli Ekrem'in manevî evlâdı ve Hazreti Ömerü'l Faruk'un torunu! Bu öküzden bana Allah'ım tarafından nasip verildi” dedi. Ş. Ali Semerkandî kurdun söylediklerini dinliyor, zihnine kaydediyor ve bu konuyu bir yere dayandırmaya çalışıyordu.
ZEKÂTINI VERMEYEN KİŞİNİN SERVETİ HAYIR GETİRMEZ
Zekâtını Vermeyen Kişinin Serveti Hayır Getirmez Acaba kurt başka bir sığırı ve başka öküzü yemek istemiyorda, neden bu ala öküzü yemek istiyordu... Mutlaka bunda bir hikmet vardı. Kurt bu hikmeti de açıkladı. Şeyh Ali Semerkandî'ye ciddi bir tavırla: “Çünkü bu öküzün sahibi zekât vermez. Onun için ben bu öküzü yiyeceğim” dedi. Zatı muhterem, kurdun bu sözleri karşısında irkildi ve Kurda: “Mademki öyle, yarın ye. Bugün bana bağışla bu öküzü” dedi. Kurt büyük bir velinin sözlerini dinledi, itiraz etmedi ve “Evet” der gibi bir tavır takındı. Kurdun ne yapmak istediği keyfiyet düşündürücü idi. Ve kurt çekip gitti.
Saatlar ilerliyordu ve akşam vakti yaklaşıyordu. Akşam vakti olunca sığırlar otlamayı terk edip köye geldiler. Biraz düşünceli bulunan Ş. Ali öküz sahibi ile ne ve nasıl konuşacaktı. Ş. Ali köyde öküz sahibini buldu, ona konuyu anlattı. “Yarın bir kurdun gelip öküzünü yiyeceğini” açıkladı. Sebebini de enine boyuna izah etti.
Öküz sahibi: “Benim malımı kurt nasıl yer” dedi. Durup durup küplere biniyor ve köpürüyordu. Şeyh Ali'yi âdeta tahkir etti. “Böyle şey olmaz” diyerek ertesi gün öküzünü yine sığırlarla birlikte otlatmaya saldı. İnat bir kişi idi, Gün gelecek, pişman olacaktı ama vaktinde yapmadığı nedametin faydasını göremeyecekti. Allah Teâlâ'nın emirlerine ve O'nun imanlı kullarının nasihatlerine kulak vermeyenler Müslümanlıkla samimi değillerdi. Ala öküzün sahibi aynı duruma düştü.
Muhterem zatın uyarmalarına kulak asmadı, sözlerini dinlemedi. Ertesi günü aynı saatte kurt sığır sürüsüne yaklaştı. Ala öküzün bulunduğu tarafa sessizce gitti. Ala öküze dalıp onu yere serdi, yemeğe başladı. Ş. Ali Semerkandî bu manzarayı gördü. Bu durumun böyle tecelli edeceğini biliyordu. Kurda Şeyh Ali bazı şeyleri hatırlattı. “Ey kurt! Öküzün derisini zayi etmeden etini ye de, derisini sahibine götürüp vereyim” dedi. Kurt Cenabı Allah'ın velisine saygı gösterip onun tavsiyelerine uydu. Aynen bir kasap gibi yaptı. Öküzün etini yedi, derisine dokunmadı.
Bilindiği gibi kurtların âdetlerindendir, yerken hayvanların derisini kasap gibi yüzerler. İşte bu tecrübe ile sabit olan husus, ta o zatın hatıratından bu yana biline gelmiştir. Ala öküzün derisi Köye geldi artık olan olmuştu, kurt öküzün derisini yüzmüş, bir tarafa bırakmış, etini kemâli âfiyetle yemişti. Ş. Ali Semerkandî deriyi aldı köye götürmek ve öküzün sahibine vermek üzere karar vermişti. “Benim malımı kurt nasıl yer” diyen öküz sahibi bu defa ne diyecekti bakalım...
Şeyh Ali, Kurdun öküzü yemesi ve öküz sahibinin meram anlamayışı onu üzmüş, elinden geleni yapmış ve neticeyi Hak Teâlâ'ya havale eylemişdi. Ala öküzün ala derisini ala öküzün sahibinin diğer kara öküzünün sırtına belli olmayacak şekilde serdi Şeyh Ali. Gören kara öküzü ala öküz sanırdı. Kara öküz ala öküzün derisi sırtında olduğu halde eve yavaş yavaş geldi. Bütün sığırlar, öküzler evlere dağıldılar. Fakat ala öküzün sahibi kara öküzünü göremedi. Oraya baktı, buraya baktı gelen giden yok. “Ah kara öküzüm gelmedi” dedi. Kalkıp Ş. Ali'nin yanına vardı. Dizlerini dövmeye başladı. Şeyh Ali: “Ben sana demedim mi idi: Kara değil, ala öküzün yok. Onu kurt yedi. Baksana ala öküzün derisi kara öküzün üstünde” dedi. Ala öküzün derisini çekiverince altından kara öküz çıkıverdi.
(Devam edecek)