
Gönülleride Fethettiler
Mustafa Özyurt
Osmanlılar sadece toprakları değil, gönülleride fethettiler. Fetih demek bir yeri alarak adaletle idare etmek demektir. Fetihler yalnız kılıçla değil, Osmanlı adaleti ve idaresini tercih eden halkın teslimi ile de olmuştur. Osmanlı idaresi islam kanunlarını ( hukukunu) uygulamıştır. Yabancılara da can ve mal güvenliği tanımıştır. Bunun içindir ki onlar da Osmanlı ülkesinde huzur içinde yaşadılar(m. Osmanlı t.). ne mutlu gönüllere hükmedebilenlere…
Kerametler insanın inancı ile ilgili, metafizik mevzulardır. Halk da zaten bunu anlatırken ‘’Allah bilir’’ diye bilginin doğruluk kaynağının Allah’da olduğunu kasteder ve vicdanlara bırakır. Ancak İbrahim peygamber’den sonra dinler sistematiği farklı bir nitelik kazanarak, kitabi olmuş ve vahye dayanmıştır. Evliyalar, azizler, veliler, ermişler ile ilgili inanışlar bu çerçevede gelişmiştir. Çoban Baba’da bu durumda ermiş kabul edilmiştir. 14 Temmuz 18 Temmuz 1514 (25 Cemada-l-ula Salı :
Çünkü pek çok keramet sahibi kimseler farklı şeyler göstererek kerametini ortaya koymakta sultanların veya beylerin gönlünde yeralmaktadır.
Hizmet ehli kendini herşeye hazırlıklı tutmalıdır. Ne yaparsa yapsın muhakkak acı veya tatlı semeresini görecekti. Bu husuta padişahlarımızdan I. Mehmet Handan misal vermek isterim: sultan Çelebi Mehmet Han, Osmanlı padişahları içerisinde en çok sıkıntı çekenlerden birisidir. Çünkü yıkılmış bir devleti yeniden kurdu.
Çelebi Mehmet Han, hayatını Allahın dinine, yani islamiyete hizmet etmekle geçirdi. Halkın isteklerini yerine getirirdi. Çelebi Mehmet ilk defa Mekke-i Mükerrem eve Medine-i Münevvere’ye yardım göndermeye başladı. Bu yardımların göndirilmesi için vazifelendirilen ve tertip edilen kafilelere “ Surre Alayları” denildi.
Çelebi mehmet Han, Bursa da cami, medrese ve imaret ile Yeşil Türbe onun eseridir. Bu eserler aynı zamanda sanat bakımındanda şaheserdir. Bursa da “ Sultaniye medresesi”, Edirne de Eski camiin tamamlanması, büyük ticaret merkezi olan Bedesteni vakıf olarak yaptırdı. Edirnede eski Saray yapıldı ve onun zamanında fezayla alakalı birçok kitabın yanında tıp, coğrafya, bitki ve ilaçlar hakkında bihayli kitablar onun eserindendir. Bu malumatlardan ders çıkarabilenlere ne mutlu.
DÜNYÂ İÇİN ALLAH DEMEM
Memleketin manevi bekçilerinden biriside Erzincan da medfun bulunan Terzi Baba’dır. Seyahatinizi Sivastan doğu tarafına devam etmek isterseniz bu zatı ziyaret edebilirsiniz.
Erzincan deyince akla Terzi Baba gelmeli. O mıntıkanın manevi bekçilerindendir. İslam itikadına göre ceyş, Ceyşi gaza(gaza askeri) ve ceyşi dua olmak üzere iki kısımdır. Terzi Baba da bu grubdan birisidir. Erzincanda medfundur.
Halife Hz. Osman (644-656) zamanında Habib bin Mesleme 35/655 senesinde Erzincan ve yöresini ele geçirerek, bu bölgeyi tamamen Müslümanların yönetimine kattı. Malazgirt zaferi kazanılınca da Alparslan, Karasu ve Çatlı nehirleri vadilerinin fethine Mengücek Ahmet Gazi'yi görevlendirmiştir.
Terzi Baba, Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi Muhammed Vehbî’dir. Hayyât Vehbî diye meşhûrdur. 1195 (m. 1780) senesinde doğdu. Osmanlı Müellifleri, Sefînet-ül-evliyâ, Esmâ-ül-müellifîn adlı eserlerde Erzurum’da, 1847) senesinde Erzincan’da vefât etti. Dergâhının olduğu yere defnedildi. Bugün burası Terzi Baba mezârlığı diye anılmaktadır.
Terzi Baba temel din bilgilerini tahsîl ettikten sonra, anne ve babasının isteği üzerine, bir san’at sahibi olmak için terzilik öğrenmeğe başladı. Terzi Baba diye meşhûr olması buradan gelmektedir. Dünyâya hiç rağbeti yoktu. Âhırete meyli çok fazla idi. Mesleği ile meşgûl olurken, ibâdeti terk etmez, nefsinin her arzu ve isteklerini yapmama gayret gösterirdi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin (r.aleyh) halîfelerinden Şeyh Abdullah Mekkî Efendi ile görüştü ve ona talebe oldu. Abdullah Mekkî Efendi, ona icâzet verdi.
Abdullah Mekkî Efendi ile tanışmaları şöyle oldu: Terzi Baba, hem dikiş diker hem de dili ve kalbi ile Allahü teâlâyı anardı. Dükkânında dikiş dikerken, her iğneyi kumaşa geçirip çıkarışta dili ve kalbi ile Allahü teâlânın ism-i şerîfini söylerdi. Halîm selîm, mütevâzî bir zât idi. Kimsenin hâlini bilmesini istemezdi. Fakirleri çok sever ve bu sevgisini açıkça belli ederdi.
Birgün Erzincan’a seyyah fakirlerden birisi geldi. Üzerindeki palto çok eski olduğu gibi, ele alınmayacak kadar kirli idi. Bu zât paltosunu diktirmek için şehirdeki terzileri tek tek gezdi. Fakat müracaat ettiği bütün terziler onun elbisesini dikmek değil, el sürmekten bile çekindiler. Terziler o fakir zâta alay yollu; “Şurada Terzi Baba var. Ona götür, o diker” dediler. Zavallı fakir zât, Terzi Baba’yı buldu, istediğini anlattı. Terzi Baba’dan, red yerine hüsn-ü kabûl gördü.
Terzi Baba ona; “Paltonu bırak, inşâallah yarına hazırlarım” dedi. Terzi Baba paltoyu alıp, güzelce yıkadı, kuruttu ve dikti. “Ertesi gün o fakire elbisesini teslim etti. Bütün bu yaptıklarının karşılığında ücret dahî almadı. O fakir zât paltosunu temizlenmiş, dikilmiş görünce çok memnun oldu. Terzi Baba’ya nazar edip, Allahü teâlânın sevdiklerinin sohbetine kavuşması için kalben duâ etti. (Devam edecek