
Cihadı fi-sebilillah
Mustafa Özyurt
Allahü Teala’nın aşkı ve sevgili peygamberinin muhabbeti ile dopdolu Sultan Alparslan’a, dünya Müslümanlarının emiri takdir ve tebriklerini şu şekilde takdim ediyorlardı;
1071 senesinde Mekke Emiri Muhammed bin Ebu Hâşimin elçisi, emirin oğluyla Sultan Alparslan’a geldi. Artık Mekke-i Mükerrem’de hutbenin Abbasî Halifesi Kâim Biemrillah ve Muhammed Alparslan adına okunduğunu, Mısır’daki bozuk itikadlı Fâtimî halifesinin isminin kaldırıldığını bildirdi. Buna çok sevinen Sultan Alparslan, onlara pek çok ikram ve ihsanlarda bulundu. Bu sırada Mısır’daki Fâtımî devleti, Ehl-i Sünnet Müslümanlara karşı eziyet ve işkenceler yapıyor, onları hak yoldan kendi bozuk itikadlarına çevirmeye çalışıyordu. Aşırı taşkın hareketleri, bozuk itikadlarını Abbasi ve Türk ülkelerinde de yaymaya çalışmaları, Eshab-ı kirama dil uzatmaları, göz yumulacak hadiseler değildi.
Fâtimîler, bozum fikirlerini yayarak İslam devletleri arasında lider olmaya çalışıyorlardı. Tabiî olarak Ehl-i sünnet Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın, sünni Abbasi halifesini desteklemesi, Fatımîlerin işini bozdu. Onları çileden çıkardı. Bu sebeple Türklere karşı yapılan ayaklanmaları desteklemeye çalıştılar. Bilhassa 1064 senesinden beri Selçukluların, Ehl-i sünnet itikadını yaymak için uğraşması, Fatimîleri, Hıristiyan Bizanslılara dost olmaya, Türklere karşı ortak hareket etmeye sevk etti.
İslam âleminde kanayan ve bünyeyi tehdit eden böyle bir çıbanbaşı var iken, Bizanslılarla harp edilemeyeceğini anlayan mücahit Sultan Alparslan, 1070 yılı ortalarında bunları ortadan kaldırmak üzere harekete geçti. Hayatını Ehl-i sünnet itikadını yerleştirmeye ve İslam dinini yaymaya adayan, Allahü Teala’nın aşkı ve sevgili peygamberimizin muhabbetiyle yanan Sultan, az bir kuvvet ile Van gölünün kuzeyinden ilerleyerek Malazgirt’e geldi. Malazgirt kalesini fethettikten sonra, Diyarbakır’ı da itaat altına aldı. Fazla zaman kaybetmeden Urfa ve Halebî teslim aldığı sırada, Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in (Romen Diyojen) iki yüz bin kişilik büyük bir ordu ile Doğu Anadolu’ya doğru ilerlediğini haber aldı. Bizans İmparatoru, bu sefer Selçukluları, ülkesinden tamamen atacak, bir savaşa karar verip, bütün sorumluluğu da üzerine alarak, Bizanslılara, büyük bir zafer vadetmişti. Alparslan’ın ordusunu gafil avlayacak sonra da İran’a girecek, Selçuklu ülkesini zapt edecekti. Bağdat’ta bulunan İslam halifesini de öldürmeyi planlamıştı. Sonra muzaffer kumandan olarak kibirle dönecekti.
Sultan Alparslan, bu durumdan haberdar olur olmaz, veziri Nizamül-mülk’e yardımcı asker toplamakla vazifelendirdi. Kendiside sür’atle Musul’a doğru harekete geçti. Geçtiği yerlerde “Selçuklu askerleri düşmanla çarpışmaktan kaçıyor “diye haber yaydırıyordu. Maksadı, Bizans ordusunun karşısına birden çıkmak ve düşmanı gafil avlamaktı. Rakka’ya geldiklerinde yönünü Urfa’ya çevirerek, süratle Diyarbakır ve Bitlis’e ulaştı. Bizans ordusu Ahlât’a yaklaştıklarında, İmparatorlarına; Alparslan’ı Ahlât civarında olduğunu haber vermişler. Fakat Romen Diojen buna ihtimal vermemişti. Çünkü Türklerin Musul’a doğru kaçmakta olduklarını duymuştu. Öncü kuvvetimiz olan, Sanduk Beyin on bin kişilik ordusu, “Allahü Ekber” nidalarıyla hücuma geçip, Bizans komutanlarından Ursel ve Tarkan’ın otuz bin kişilik ordusunu Ahlât da mağlup ve perişan ettiler. Ursel ve Tarkan komutanlar arkalarına bakmadan kaçarak İstanbul’a doğru yol almışlardı. İmparatorun gönderdiği yardımcı kuvvetleri de aynı komutanlar askerleriyle perişan edip, komutanları General Basilekes’i de esir ettiler. Gönderdiği bütün kuvvetlerin mağlup olduğunu öğrenen Romen Diyojen çılgına döndü. Ve Malazgirt kalesinde az da olsa bulunan halkı kadın çocuk demeden hunharca öldürdü.
Bu arada Sultan Alparslan, ordusunu hazırlayarak, 24 Ağustos 1071 Çarşamba günü Malazgirt’in doğusundaki Rahva ovasına yetişti. Sanduk Bey’in kuvvetleri de Mücahid Sultanla birleşince, İslam ordusunun gücü kırk bine ulaştı. Hepsinin gayesi Allahü Teala’nın mübarek ismini yüceltmek ve İslam dinini yaymaktı. Cihadı fi-sebilillah için bir araya gelmişler ve sultanları Mücahit Gazi Alparslan’ın etrafına dizilmişlerdi. İki yüz bin kişilik bir Hıristiyan sürüsüyle, ilayı kelimetüllah için çarpışacaklardı. Tek bir düşünce etrafında yek vücut olmuşlardı. Düşman iki yüz bin değil beş yüz bin de olsa, Allahü Teala’nın emirlerini yapıp yasaklarından kaçındıkça ve başlarındaki kumandanlarına tam olarak itaat ettikçe, zaferin kendilerinin olacağına inanıyorlardı.
Alparslan’ın bu kadar kısa bir zamanda karşısına çıkabileceğini tahmin edemeyen Rum İmparatoru, ordusunu Rahva ovasının öbür başında düzene soktu.
Sevgili peygamberimizin sünneti şerifine tam ittiba eden Sultan Alparslan, İbn-i Mühelbânın başkanlığında ve çok sevdiği, güvendiği komutanlarından Sav Tekin’in de bulunduğu bir elçi heyetini 25 Ağustos Perşembe günü Romen Diyojen’e gönderdi. Heyet, Bizans İmparatoruna; “İslamiyet’i kabul etmesini, yoksa Müslümanlara bağlı bir devlet olup cizye vermesini veya harbe hazır olmasını” bildirdi. Sünneti şerife tabi olabilenlere ne mutlu. (Devam edecek)