Mustafa Özyurt

CEBELİNURDAHİRA MAĞARASI

Mustafa Özyurt

Nü­büv­vet-i Mu­ham­me­diy­ye’nin zu­hû­ru yak­laş­tık­ça Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- sık sık in­zi­vâ­ya çe­ki­lir ve uzun müd­det te­fek­kür der­yâ­sı­nın de­rin­lik­le­ri­ne da­lar­dı. Za­man za­man evin­den çı­kar, Mek­ke’den uzak­la­şır, ses­siz ve sâ­kin yer­le­re doğ­ru gi­der­di. Bu es­nâ­da rast­la­dı­ğı ağaç ve taş­lar: “es-Se­lâ­mü   aley­ke yâ Ra­sû­lal­lâh!” di­ye­rek ken­di­si­ne se­lâm ve­rir­ler­di. Fahr-i  Kâ­inât -aley­hi ek­me­lü’t-ta­hiy­yât- Efen­di­miz he­men et­râ­fı­na ba­kar, fa­kat ağaç ve taş­tan baş­ka bir şey gör­mez­di.102 Ni­te­kim Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-: “Ben Mek­ke’de bir taş bi­li­rim ki pey­gam­ber ola­rak gön­de­ril­me­den ev­vel ba­na se­lâm ve­rir­di. Onun ye­ri­ni şim­di de bi­li­yo­rum.” bu­yur­muş­lar­dır. (Müs­lim, Fe­dâ­il, 2)

Haz­reti Ali ra­dı­yal­lâ­hu anh da şöy­le an­la­tır: “Pey­gam­ber Efen­di­miz ile bir­lik­te Mek­ke’de idim. Be­râ­ber­ce Mek­ke’nin bâ­zı yer­le­ri­ne git­tik. Dağ­la­rın ve ağaç­la­rın ara­sın­dan ge­çi­yor­duk. Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem’in kar­şı­laş­tı­ğı bü­tün dağ­lar ve ağaç­lar: «es-Se­lâ­mü aley­ke yâ Ra­sû­lal­lâh!» di­yor­du.” (Tir­mi­zî, Me­nâ­kıb, 6/3626)

Var­lık Nû­ru aley­his­sa­lâ­tü ves­se­lâm, Ra­ma­zan ay­la­rın­da Hi­râ Ma­ğa­ra­sı’nda bir ay îti­kâ­fa çe­ki­lir­di. Bu es­nâ­da ken­di­si­ne ge­len fa­kir ve mis­kin­le­ri do­yu­rur, ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­lar­dı. Îti­kâf­tan çı­kıp da evi­ne gel­me­den ön­ce Kâ­be’yi ta­vâf eder­di. Kav­mi­nin put­la­ra tap­tı­ğı­nı gör­dük­çe, on­lar­dan uzak­laş­ma­yı, hal­vet ve uz­le­te çe­kil­me­yi da­ha çok ar­zu eder­di. O’nun bu uz­let­le­rin­de­ki ibâ­de­ti, te­fek­kür et­mek, ata­sı İb­râ­hîm -aley­his­se­lâm- gi­bi gök­le­rin ve ye­rin me­le­kû­tun­dan ib­ret al­mak ve Kâ­be’yi sey­ret­mek şek­lin­dey­di.

Ra­sû­lul­lâh aley­his­sa­lâ­tü ves­se­lâm, Hi­râ’ya gi­der­ken ya­nı­na bir mik­tar azık alır­dı. Azı­ğı tü­ke­nin­ce Haz­reti Ha­tî­ce’nin ya­nı­na dö­ner, yi­ye­cek bir şey­ler alır, tek­rar gi­der­di. Hi­râ’ya bâ­zen Haz­ret-i Ha­tî­ce ile be­râ­ber git­ti­ği de olur­du.107

Fahr-i Kâ­inât -aley­hi ef­da­lü’s-sa­le­vât- Efen­di­miz hal­vet­te iken ışık­lar gö­rür, ses­ler işi­tir­di. Bun­la­rın cin ve ke­hâ­net­le alâ­ka­lı şey­ler ol­du­ğu­nu zan­ne­de­rek kor­kar­dı. Haz­ret-i Ha­tî­ce’ye:

“–Ey Ha­tî­ce! Kâ­hin ola­ca­ğım di­ye kor­ku­yo­rum. Val­lâ­hi, şu put­lar­dan ve kâ­hin­ler­den nef­ret et­ti­ğim ka­dar hiç­bir şey­den nef­ret et­mem!” der, o da:

“–Ey am­ca­mın oğ­lu! Öy­le söy­le­me! Al­lâh Sen’i hiç­bir za­man kâ­hin yap­maz” di­ye­rek te­sel­lî eder­di. (İbn-i Sa’d, I, 195)

Yazarın Diğer Yazıları