Mustafa Özyurt

Cebelinur - Hira Mağarası

Mustafa Özyurt

Evet, sevgili okuyucular, Allahın nuru, Rasulüllahın nuru buradan cihana yayılmaya başladı. İnşallah bizlerde o nurdan nasiplerimizi aldık ve kıyamete kadarda almaya çalışacağız. Zaman zaman söylenildiği gibi, oralar anlatmakla değil yaşamakla anlaşılır.

      Cebeli Nur, Mekke-i Mükerremenin kuzeydoğusunda Kâbe’ye takriben 5 km. uzaklıkta, içerisinde Efendimize ilk vahyin geldiği dağdır. Mekke-i M.de Hz. İbrahimin tebliğ ettiği dine tabi olan (Hanif), Receb ve Ramazan gibi aylarda burada inzivaya çekilirlerdi. Peygamber Efendimizin dedesi Abdulmuttalib de bunlardan biriydi. Efendimiz a.s.a muhtemelen 35 yaşlarında iken bu mağaraya gidip gelmeye başladı. Nübüvvetin ilk müjdeleri kabul edilen sadık rüyalar gördüğü altı ay içerisinde bu mağarada tefekkür ediyordu.  Zaman zaman Hz. Hatice validemizi de buraya götürürdü.

        Nihayet 40 yaşına bastığı Ramazan ayının (610) kadir gecesinde sabaha karşı, daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrail a.s. ile ilk defa, Hira da bütün ufku kaplamış ve bir taht üzerinde oturmuş halde Rasülü Ekrem efendimize asli suretinde görünmüş ve Alak süresinin ilk beş ayetinde oluşan vahyi getirmiştir.

       Taif yolculuğu dönüşünde de Mekkeye girebilmek için Hira dağında biraz beklemişti. Vaktiyle dağın tepesinde bulunan bir kubbe, daha sonra yıkılmış, mağaranın biraz yukarısında Osmanlılar zamanında yaptırılan su sarnıcının kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Rasülüllah s.a.v. efendimizin peygamberlik vazifesinin burada başlamasının önemi hem kendisi ve hem de Müslümanlar için önemlidir.

       Mutasavvıflar, hz. Peygamber s.a.v.in Hira dağındaki itikâfını, Hz. Musa’nın Tur dağındaki halvetiyle kıyaslıyarak hatıralarını birlikte yaşatmışlar ve dini hayat açısından inziva ve itikâfın önemini ve Efendimizin zahidane yaşayışını örnek almışlardır.

       Nü­büv­veti Mu­ham­me­diy­ye’nin zu­hû­ru yak­laş­tık­ça Rasûlul­lâh s.a.s. sık sık in­zi­vâ­ya çekilir ve uzun müd­det te­fek­kür der­yâ­sı­nın de­rin­lik­le­ri­ne da­lar­dı. Zaman za­man evin­den çıkar, Mek­ke’den uzak­la­şır, ses­siz ve sâ­kin yer­le­re doğ­ru gi­der­di. Bu es­nâ­da rast­la­dı­ğı ağaç ve taş­lar: “es-Se­lâ­mü aley­ke yâ Ra­sû­lal­lâh!” di­ye­rek ken­di­si­ne se­lâm ve­rir­ler­di.

      Fahri Kâinât aley­hi ek­me­lü’t-ta­hiy­yât Efen­di­miz he­men et­râ­fı­na ba­kar, fa­kat ağaç ve taştan baş­ka bir şey gör­mez­di. Ni­te­kim Ra­sû­lul­lâh s.a.s: “Ben Mek­ke’de bir taş bi­li­rim ki peygam­ber ola­rak gön­de­ril­me­den ev­vel ba­na se­lâm ve­rir­di. Onun ye­ri­ni şim­di de bi­li­yo­rum.” bu­yur­muş­lar­dır. (Müs­lim, Fe­dâ­il, 2)

       Haz­reti Ali ra­dı­yal­lâ­hu anh da şöy­le an­la­tır: “Pey­gam­ber Efen­di­miz ile bir­lik­te Mek­ke’de idim. Be­râ­ber­ce Mek­ke’nin bâ­zı yer­le­ri­ne git­tik. Dağ­la­rın ve ağaç­la­rın ara­sın­dan ge­çi­yor­duk. Ra­sû­lul­lâh -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem’in kar­şı­laş­tı­ğı bü­tün dağ­lar ve ağaç­lar: «es-Se­lâ­mü aley­ke yâ Ra­sû­lal­lâh!» di­yor­du.” (Tir­mi­zî, Me­nâ­kıb, 6/3626)

        Var­lık Nû­ru aley­his­sa­lâ­tü ves­se­lâm, Ra­ma­zan ay­la­rın­da Hi­râ Ma­ğa­ra­sı’nda bir ay îti­kâ­fa çe­ki­lir­di. Bu es­nâ­da ken­di­si­ne ge­len fa­kir ve mis­kin­le­ri do­yu­rur, ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­lar­dı. Îtikâf­tan çı­kıp da evi­ne gel­me­den ön­ce Kâ­be’yi ta­vâf eder­di. Kav­mi­nin put­la­ra tap­tı­ğı­nı gördük­çe, on­lar­dan uzak­laş­ma­yı, hal­vet ve uz­le­te çe­kil­me­yi da­ha çok ar­zu eder­di. O’nun bu uzlet­le­rin­de­ki ibâ­de­ti, te­fek­kür et­mek, ata­sı İb­râ­hîm aleyhisselâm gi­bi gök­le­rin ve ye­rin melekû­tun­dan ib­ret al­mak ve Kâ­be’yi sey­ret­mek şek­lin­dey­di.

       Ra­sû­lul­lâh a.v.­s., Hi­râ’ya gi­der­ken ya­nı­na bir mik­tar azık alır­dı. Azı­ğı tü­ke­nin­ce Haz­reti Ha­tî­ce’nin ya­nı­na dö­ner, yiyecek bir şey­ler alır, tek­rar gi­der­di. Hi­râ’ya bâ­zen Haz­reti Ha­tîce ile be­râ­ber git­ti­ği de olur­du.

       Fahri Kâ­inât a. ef­da­lü’s-sa­le­vât Efen­di­miz hal­vet­te iken ışık­lar gö­rür, ses­ler işi­tir­di. Bunla­rın cin ve ke­hâ­net­le alâ­ka­lı şey­ler ol­du­ğu­nu zan­ne­de­rek kor­kar­dı. Haz­reti Ha­tî­ce’ye:

“–Ey Ha­tî­ce! Kâ­hin ola­ca­ğım di­ye kor­ku­yo­rum. Val­lâ­hi, şu put­lar­dan ve kâ­hin­ler­den nef­ret et­ti­ğim ka­dar hiç­bir şey­den nef­ret et­mem!” der, o da:

–Ey am­ca­mın oğ­lu! Öy­le söy­le­me! Al­lâh Seni hiç­bir za­man kâ­hin yap­maz” di­ye­rek te­sel­lî eder­di. (İbn-i Sa’d, I, 195)

       Ra­sû­lul­lâh sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem’in Hi­râ’da Rab­biy­le kal­dı­ğı in­zi­vâ dö­ne­mi, tohumun top­rak al­tın­da­ki mâ­ce­râ­sı­na ben­zer. Bu­ra­sı, key­fi­ye­ti in­san­lı­ğa ebe­diy­yen meç­hul ka­la­cak olan bir te­kev­vü­nün (var olu­şun) me­kâ­nı­dır. Îmâ­nın to­hum­la­rı bu­ra­da atıl­mış, ebe­dî sa­âdet meş’ale­si bu­ra­da tu­tuş­tu­rul­muş ve hi­dâ­yet reh­be­ri olan Kur’ânı Ke­rîmin be­şe­ri­ye­te arma­ğan edilme­si­ne yi­ne bu­ra­da baş­lan­mış­tır. (Devam edecek)

 

Yazarın Diğer Yazıları