Başkasını Tutmaktan Allâh'a Sığınırım
Mustafa Özyurt
Hz. Yûsuf’a isnâd edilen hırsızlıkla alâkalı olarak farklı görüşler bulunmaktadır: 1. Yûsuf’un ana tarafından dedesi putperest idi. Hz. Yûsuf’un annesi, babasının putlara tapmayı bırakması ümidiyle Yûsuf’a o putları çalıp kırmasını emretmiş, Yûsuf da bu işi yapmıştı.
2. O, babasının sofrasından yiyecek alıp fakirlere vermişti. Babasının bir kuzu veya tavuğunu alıp fakirlere verdiği de söylenmiştir.
3. Halası, Hazret-i Yûsuf’u çok severdi. Fakat Yûsuf büyüyünce babası onu yanına almak istedi. Halası da Yûsuf’tan bir türlü ayrılamıyordu. Bunun için İshak alehisselâm’dan kendisine mîras kalmış olan kuşağını Yûsuf’un beline bağladı. Sonra kaybolduğunu söyledi. Kuşak arandı ve Yûsuf’un üzerinden çıktı. Kânun gereği Yûsuf’u yanında alıkoydu.
4. Bu bir iftirâdır. Çünkü onların kalbi, hâdisenin üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ Yûsuf’a karşı öfkeyle dolu idi. Bu hâdise bir defa hased hastalığına yakalanan bir kalbin o hased ve kinden kolay kolay temizlenemeyeceğini göstermektedir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XVIII, 147)
Yine bu söz işârî mânâda, “Siz hırsızlarsınız!” ithâmının verdiği endişe ile söylenmiş ve ona karşılık âdeta ledünnî bir itâb olmuştur.
Yûsuf’un kardeşleri, dediler ki: «Ey vezir! Emin ol ki, bunun çok yaşlı bir babası var. Onun için yerine birimizi al. Gerçekten de biz seni muhsinlerden görüyoruz.»
Yûsuf: «Biz malımızı kimin yanında bulmuşsak onu alıkoyarız. Başkasını tutmaktan Allâh’a sığınırım. Çünkü biz öyle yaparsak zâlimler arasına girmiş oluruz!» dedi.” (Yûsuf, 78-79)
Yûsuf’un kardeşleri, başlarına gelen bu hâdiseler üzerine ne yapacaklarını ve babalarına ne diyeceklerini düşünmeye başladılar. Âyet-i kerîmede onların hâli şöyle anlatılmaktadır:
“Ne zaman ki, onu Bünyamin’i) kurtarmaktan ümit kestiler, o zaman bir kenara çekilip aralarında fısıldaşarak konuşmaya başladılar.
Büyükleri dedi ki: «Babanızın sizden Allâh adına ahit aldığını ve daha önce Yûsuf konusunda ettiğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya Allâh, hakkımda bir hüküm verinceye kadar ben artık buradan ayrılmam. Allâh, hükmedenlerin en hayırlısıdır. Siz dönün, babanıza: ‘–Sevgili babamız, inan ki bizler farkına varmadan oğlun hırsızlık yapmış. Su kabının onun yükünde çıktığını gözlerimizle gördük. Biz ancak bildiğimize şâhitlik ediyoruz. Yoksa biz gaybın bekçileri değiliz! İnanmazsan, gittiğimiz şehrin ahâlisine ve yine içinde geldiğimiz kafilede bulunanlara sor. Bütün samîmiyetimizle ifâde ediyoruz ki, söylediğimiz doğrunun ta kendisidir.’ deyin!»” (Yûsuf, 80-82)
Kalkıp babalarına geldiler ve âbilerinin söylediklerini aynen aktardılar.
MÜKAFAT KAPISINI AÇAN ÇİLE
Babaları Ya’kûb: «Hayır, hayır! Korkarım yine nefisleriniz size bir işi câzip gösterip ayağınızı kaydırmıştır. Ne yapayım? Bu hâle karşı sükûnet ve ümit içinde güzelce sabretmekten başka yapacak şey yok. Ümid ederim ki Allâh bütün kaybettiklerimi bana lutfedecektir. Çünkü O alîmdir, hakîmdir.” (Yûsuf, 83)
Yûsuf’un kardeşleri daha önce babalarına yalan söyledikleri için, bu sefer de söyledikleri doğru söze babaları inanmak istemedi. Onlara: “Hayır, sizi nefisleriniz aldatıp böyle büyük bir işe sürüklemiş, yoksa bizim şerîatimizde hırsızın esîr olarak yakalanacağını azîz ne bilirdi?” dedi.
“Onlardan yüz çevirdi de: «Ah Yûsuf’um ah!» diye sızlandı ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Kederini içine gömdü.” (Yûsuf, 84)
Yûsuf’u kaybettiği günden beri Yâkûb a.s.’ın, gözüne uyku girmedi. O zaman yeryüzünde Allâh indinde Ya’kûb’dan şereflisi yoktu. Nihâyet ağlaya ağlaya Ya’kûb’un gözlerine ak indi. Bunun bir hikmetinin de, diğer oğullarını görüp hüzün ve kederinin daha fazla ziyâdeleşmemesi için olduğu söylenir.
Ya’kûb aleyhisselâm kırk sene ağlamıştır. Onun âmâlığı husûsunda bazı büyükler şöyle demişlerdir:
Allâh Teâlâ bu âmâlığı, Ya’kûb’a, Yûsuf’un dış görüntüsünü değil, onda tecellî eden cemâl-i mutlakı dâimî olarak seyretmesi için vermiştir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın cemâl nûrları Yûsuf’ta tecellî etmişti ve Ya’kûb da bu sebeple Yûsuf’u fazla sevmekteydi. Ancak “hüsn-i mutlak” olan Mevlâ’ya karşı gayr-i irâdî bir hatâ sebebiyle Cenâb-ı Hak, Yûsuf’u O’ndan ayırdı. Yûsuf’un zâhirine nazar eden gözlerini aldı.
Burada işâret edilir ki, kul, âlemin zâhirine baktığı zâhirî gözden ve gördüklerinden fânî olmadığı müddetçe, “Hüsn-i Mutlak”ı, yâni Cemâl-i İlâhî’yi müşâhedeye nâil olamaz!
ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESİLMEZ
Oğulları, Hazret-i Yâkûb’a şöyle dediler: «Ömrün geçti gitti, hâlâ Yûsuf’u dilinden düşürmüyorsun. Vallâhi “Yûsuf!” diye diye kederden eriyeceksin veya büsbütün ölüp gideceksin.»
Hz. Yâkûb: «Ben, sıkıntımı, keder ve hüznümü sâdece Allâh’a arz ediyorum. Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allâh tarafından (vahiy yolu ile) biliyorum.» dedi.” (Yûsuf, 85-86)
Daha sonra Ya’kûb a.s. oğullarına şöyle dedi: “Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf ve kardeşini iyice araştırın! Allâh’ın rahmetinden ümid kesmeyin! Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allâh’ın rahmetinden ümid kesmez!” (Yûsuf, 87)
Bu âyet-i kerîmenin bizlere verdiği mesaj çok mühimdir. Buna göre kul, ne hâl üzere olursa olsun aslâ ye’se kapılmamalı ve Allâh’tan dâimâ ümidvâr olmalıdır. Zîrâ âyette buyrulduğu üzere ancak kâfirler Allâh’tan ümid keserler.
Hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur: “Cenâb-ı Hak’tan ümid kesmeyen günahkâr, Allâh’tan ümid kesen âbidden Rabbine daha yakındır!” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 68)
Çünkü Allâh’tan ümid kesmek, Cenâb-ı Hakk’ın “Rahmân ve Rahîm” sıfatlarını idrâk etmemektir; merhamet-i ilâhiyeyi tanımamaktır. Hâlbuki Firavun bile, son nefesinde Allâh’ın adını zikretti.
Allâh Teâlâ bir başka âyet-i kerîmede de: “…Allâh’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz!..” (ez-Zümer, 53) buyurmaktadır. (Devam edecek)