Mustafa Özyurt

Azîz mahmûd hüdâyî hazretleri

Mustafa Özyurt

İstanbulda ikinci ziyaret durağımız AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİDİR. Boğazın dört bekçisi inanışı; Sarıyer'de Telli Baba, Beşiktaş'ta Yahya Efendi, Üsküdar'da Aziz Mahmut Hudayi, Beykoz'da ise Yuşa Aleyhisselam'ın boğazın dört bekçisi olduğuna inanılır. Osmanlı Devleti'nin son günlerine kadar Boğaz'da deniz seferi yapan kaptanlar, yolcularını, Üsküdar'dan geçerken Aziz Mahmûd Hüdâyî k.s. dergâhına, Beşiktaş önünden geçerken Yahya Efendi dergâhına, Beykoz'dan geçerken de Hazret-i Yuşa aleyhisselâm tarafına doğru yönelterek "Fatiha”ya davet ederlerdi.
Üsküdar çarşısından girerek Aziz Mahmudu Hüda-i hazretlerinin türbesini ziyaret edebilirsiniz. Evet, kadılık gibi bir makamı ve dünya menfaatlerini hiç tereddüt etmeden terk edip, ilim ve gönüllerin irşadı ile ömrünün sonuna kadar meşgul olmuş, Osmanlı Devletinin yetiştirdiği büyük İslam âlim, büyük veli ve hukukçu MAHMUDU HÜDAî hazretleri, İstanbul un Üsküdar ilçesindedir. Ziyaretçilerini beklemektedir. Üsküdar çarşısına vardığınız zaman türbesinin levhasın gözünüze takılır. Bu zat, zengin vakıflar ve manevi miraslar bırakarak bu âlemden gitmiştir.
Bu tarihi şahsiyet, Bursa da baş kadı (hâkim) olarak vazife yapmış. Devleti Âliye’nin (yüce Osmanlı Devletinin) adli hizmetlerinde Müslümanların ve de gayri Müslimlerin sevgisini elde etmiş bir kişiliğe sahip bir zattır. İlahi ikramı bol bir zattır.

Nitekim ziyaretini bahsettiğimiz Aziz Mahmudu Hüdaî (k.s.) da kendisine gelenlere ilahi ikram olarak dua etmiş. O, meşhur duasında “ SAĞLIĞIMIZDA BİZİ, VEFATIMIZDAN SONRA KABRİMİZİ ZİYARET EDENLER VE TÜRBEMİZİN ÖNÜNDEN GEÇTİĞİNDE FATİHA OKUYANLAR BİZİMDİR. BİZİ SEVENLER DENİZ DE BOĞULMASIN, ÂHİR ÖMÜRLERİNDE FAKİRLİK ÇEKMESİN, ÎMANLARINI KURTARMADIKÇA GÖÇMESİNLER. Öleceklerini bilip haber versinler” Sevenleri için bu duası çok meşhurdur ve kabul olunduğuna inanılır. Çünkü onlar Yüce Allahımızın nazlı kullarıdırlar. Onların duaları geri çevrilmez.
Lâkin ziyarete gidenlerin niyeti Allah rızası için olmalıdır. Niyet bu olursa, o zat için gelen tecelliyattan ziyaretçiler nasiplerini alırlar. Bu zatın menkıbeleri çoktur. Ama biz burada uzatmadan geçelim ki, hem ziyaret edile ve hem de hayatı ile alakalı eserler alınıp okuna.
Kudbü’l-Arifin olan bu zat, 1541-1628 yıllarında yaşamıştır. Aslen Ankara Şerefli Koçhisar doğumlu olup, Medrese eğitimi İstanbul da tamamlamıştır. Edirne, Mısır, Şam ve Bursa da kadı’lık ve Müderrislik yapmıştır. Bursa da Ûftade hazretlerinin Müridi ve Halifesi idi. İstanbul da halka şeyh, Sultanlara Mürşit oldu. Üsküdar da irtihal etti. Külliyesi içerisinde bulunan bu türbeye defin edildi.
Nasihatleri ile Padişah’tan halka, herkese yol gösterdi. Devrini ilhak ettiği sekiz padişah’tan bilhassa Sultan III. Murat ve I. Ahmed’in hürmetini kazandı. Yedisi Türkçe, otuz kadar eser yazan, zengin vakıflar ve manevi miraslar bırakarak Ebedi Âleme göç eden zevatı kiramdan biridir. Bu şekilde dünyanın hakikatini insana hatırlatan Hüdâyî Hazretleri, insanın sahip olduğu yüce makama, yani halîfetullâh olma sırrına dikkat çeker. Bu sırrı, insanın Hakk katından bu varlık âlemine gelişi ve yine Hakk'a dönüşü hakikati çerçevesinde şöyle anlatır:

Ezelden aşk ile biz yâne geldik!
Hakikat, şem'ine pervane geldik!
Tenezzül eyleyip vahdet ilinden,
Bu kesret âlemin seyrane geldik!
Geçip ferman ile bunca avâlim
Gezerken âlem-i insâne geldik!
Fena buldu vücûd-i fani mutlak,
Bıraktık katreyi ummâne geldik!
Nemiz ola Hudâyâ sana lâyık
Hemân bir lutf ile ihsâne geldik!
Umarız erelim baki hayâta,
Civâr-ı Hazret-i Rahmâne geldik!
Geçip ahir bu kesret âleminden,
Hüdâyî halvet-i sultâne geldik!
Bir gün Üftâde Hazretleri, müritleri ile beraber bir kır sohbetine çıkmıştı. Emri üzerine bütün dervişler, kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirdiler. Ancak Kadı Mahmûd Efendi'nin elinde sapı kırılmış solgun bir çiçek vardı sadece. Diğerlerinin neşeyle elindekileri hocalarına takdiminden sonra Kadı Mahmûd, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftâde Hazretleri'ne takdim etti.
Üftâde Hazretleri, diğer mürîdânın meraklı bakışları arasında sordu:
"-Evlâdım Mahmûd! Herkes demet demet çiçek getirdikleri halde, sen niçin sapı kırık solgun bir çiçek getirdin?.."
Kadı Mahmûd, edeble başını önüne indirerek cevap verdi:
"-Efendim! Size ne takdim etsem, azdır. Ancak hangi çiçeğe koparmak için elimi uzattıysam onu "Allâh Allâh" diyerek Rabbi'ni tesbîh eder bir halde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mani olmaya razı olmadı. Çaresiz ben de elimdeki şu tespihine devam edemeyen çiçeği getirmek zorunda kaldım!"
Bu güzel ve mana dolu cevaba son derece memnun olan Üftâde Hazretleri'nin dilinden o anda:
"-Hüdâyî, Hüdâyî.. Evlâdım! Bundan sonra ismin Hüdâyî olsun! Ey Hüdâyî! Bu kır gezisinden yalnız sen nasiplenmişsin.." ifadeleri döküldü.
Böylece Kadı Mahmûd, Hüdâyî oldu. Zira o, artık kâinattaki esrar-ı ilâhiyyeye ve kudret akışlarına âşinâ olmuştu. Âdetâ kâinât, kendisine sırlarını açan canlı bir kitap hâline gelmişti.
Bundan böyle Hüdâyî diye anılan Kadı Mahmûd Efendi, haiz bulunduğu üstün ve müstesnâ manevi mertebesi dolayısıyla hürmeten ismine "Azîz" sıfatı da ilâve edilerek Azîz Mahmûd Hüdâyî diye yâd olundu.

Yazarın Diğer Yazıları