
Ahmed Mirza Han
Mustafa Özyurt
Onlar, gönül sultanlarının terbiyesinde yetişmiş, Bâtıni ilimlerle yuğrulmuş, salih ve müminlerin dualarını almış kimselerdi. O büyüklerden birisi de Ahmed Mirza Han’dır. Ahmet Mirza Han, Timur Han’ın torunlarından olup, Timurluların Semerkand’taki hükümdarlarındandır. Semerkand’ta 1451 senesinde doğdu. Mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devrin en büyük âlimlerinden Silsile-i aliye’nin on sekizincisi, Müslümanların göz bebeği Ubeydullah-ı Ahrar Hazretlerinin sohbetinde bulunup, terbiyesinde yetişti. Ondan feyiz aldı. Zahiri ve batıni ilimlerde âlim oldu. İlm-i siyasetin, şahikasına yükseldi. Ubeydullahı Ahrarın teveccüh ve himmetleriyle hükümdarlığa hazır hale geldi. Şehzadeliğinde Ubeydullah-ı Ahrarın talebesi olan babası Ebu Saîd Mirza tarafından Semerkand ve Buhara’nın idaresi verildi. Buraları, adilane bir şekilde idare etti. Yunus Han’ın kızı Mihr-i Niğar Hanım ile evlendi. 1469 senesinde, babasının vefatıyla, Semerkand tahtına geçti.
Esterâbâd hâkimi olan Sultan Mahmud, kardeşi Sultan Ahmed Mirza’nın hâkim olduğu Semerkand şehrini kuşattı. Durumdan haberdar olan Ubeydullah-ı Ahrar ks. bir mektup yazıp, bu işten vazgeçmesini istedi.
Mektupta şöyle yazılıydı:
“ Büyükler, Semerkand şehri için korunmuş belde demişlerdir. Kitablarında da böyle yazmışlardır. Semerkand’a kasd etmeniz iyi olmaz. Bu fakir, sizi çok sevdiğinden dolayı vazifemi yerine getirmek için bu işten vazgeçmenizi tavsiye ederim. Bugüne kadar tavsiyelerimi kabul etmediniz. Ahalinin arzularına uyup, bizim ikazımıza aldırmadınız. Ne garip bir vaziyet! Halk kendi istekleri için çalışır. Ben ise senin için çalışıyorum. Semerkand’ta fakir, muhtaç ve salih insan pek çoktur. Onları daha fazla darıltmak ve incitmek doğru değildir. Yanık gönüllerin neye sebep olduğu malumdur. Salihlerin ve müminlerin gönüllerini yaralamaktan çok sakınmak lazımdır. Sırf Allah için yaptığım bu isteği kabul ediniz! Sen ve kardeşin karşılıklı olarak birbirinize yardımcı olun ki, Allah’ın rızasını ve inayetini kazanasınız Allahü Teâlânın öyle kulları vardır ki, onları korumuştur. Hadisi Kudsi de; “Onlarla muharebe etmek, benimle cenkleşmektir” buyurmuştur. Nice Hadi-i şeriflerde de aynı hikmet bildirilmiştir.
Yine Ubeydullah-ı Ahrar Hz. Sultan Mahmud Mirzanın komutanlarından birine de şu mektubu gönderdi:
“ İnad ve muhalefetten dönünüz. Bilmezmisiniz ki, yüz bin kişi, Hace Abdulhâlık silsilesinden bir kişiyle başa çıkamamıştır. Onlara saldıranlar mağlup olur. Bu zatlar (Manevi) tasarruf sahibleridir. Ve Allâhü Tealanın izniyle ne dilerlerse o olur”.
Sultan Muhmud Mirza, bu ikazlara rağmen Semerkand’ı muhasaradan vazgeçmedi. Büyük bir orduyla Semerkand üzerine yürüdü. Ordusunun dört bini Türkmen muhafızıydı. Sultan Ahmed, üzerine gelen bu kuvvete karşı koyacak vaziyette değildi. Şehri terk etmek için Medrese’ye gidip, mürşid-i Ubeydullah-ı Ahrar’dan müsaade istedi. Ubeydullah-ı Ahrar, Sultan Ahmed Mirza’ya; siz kaçarsanız, bütün Semerkand ahalisi başsız kalıp, yakalanır. Yerinde dur ve gönlünü hoş tut. Biz bu işe kefiliz” buyurdular.
Sultan Ahmed Mirza’yı medreseye alıp, kendisi çıkış kapısının yanına oturdu. Kocaman bir de hurç (Büyük eşya ve erzak torbası) getirip, içine günlerce yetecek erzak doldurttu. Ondan sonra yüzleri sultana gelecek surette eşiğe oturup, kendisini teselliye çalıştı. Ve buyurdu ki: “Semerkand düşecek olursa, siz bu hurcu yanınıza alıp, ailenizle beraber düşmanın gireceği kapının ters tarafındaki kapıdan çıkar, gidersiniz.”
Sonra yakınları, Mevlana Seyyid Hüseyin, Mevlana Kasım ve Mir Abdülevvel ile Mevlana Cafer’i çağırtıp;
“Tez gidin, surların burcuna çıkın ve Sultan Mahmud Mirzanın askeri bozguna uğramadan, benim yanıma gelmeyin! Faraza o asker mağlup olmazsa, sizde gelmeyin!” emrini verdi.
Sonrasını Mevlana Kasım şöyle anlattı: “Burcun üzerine çıktık ve murakabe’ye vardık. Bir an geldi ki, kendimizi göremez ve bulamaz olduk. Gördük ki; biz yokuz. Hace Ubeydullah-ı Ahrar Hazretleri var. Sanki âlem, Hace Hazretlerinin vücudu ile dolmuştu.”
Muharabeye katılan bir asker de şöyle anlatır:
“ Biz bir alay süvari, Sultan Mahmud Mirza askeriyle muharebe ediyorduk. Üstünlük karşı taraftaydı. Ben arada bir surların üstünde mürakabeye varmış olan sufilere göz atıyordum. Başlarını göğüslerine dayamış, sessiz ve hareketsiz oturuyorlardı. Muharebe uzun sürdü. Az kaldı ki, karşı taraf bizi dağıtıp, perişan edecekti. Şehir ahalisi ümidini kaybetmiş, ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Bu sırada birdenbire, Kıpçak çölü tarafından korkunç bir kasırga esmeye başladı. Sultan Mahmud ve ordusu ne yapacağını şaşırdı. Kimse gözünü açamaz oldu. İnsanlar ve hayvanlar devrilmeye başladı. Çadır, karargâh, sancak ve eşya havada uçuşuyor, adamlar bile kuru yapraklar gibi savruluyordu. Bu sırada Sultan Mahmud Mirza ve birkaç yakını bir hendeğe sığınıp güçlükle korunuyorlardı. Fakat dağın kenarında bulunan bu hendeğin üzerine dağdan büyük bir kaya parçası düştü ve hendektekilerin çoğunu öldürdü. Kaya parçasının çıkardığı sesten Türkmen süvarilerinin atları ürküp, sahiplerini çiğneyerek kaçmaya başladı. Ortalık, herkesin birbirini çiğneyip ezdiği bir ana-baba günü oluverdi. Hendeğe düşen kayalardan kurtulan Sultan Mahmud, atına atlayıp kasırga istikametinde, süratle kaçmaktan başka çare bulamadı.
Mürşid-i Kamil Ubeydullah- Ahrar hazretlerinin teklifini kabul etmemenin cezasını çekti. Ordusu da arkasından kaçtı. Kardeşi Ahmed Mirza ise, Ubeydullah-ı Ahrar’ın (ks.) sözünü dinlediği için, kazanılması imkânsız görünen muharebeyi kazandı. Din ve dünya saadetine kavuştu. Ordusunun başına geçerek, Semerkand ahalisi ile kaçanların peşine düştü. Onları otuz kilometre kadar takip etti. Çok mal ve silah topladı. Leşker-i gaza (gaza ordusu) vazifesini tamamlayınca, burçtaki murakabe halindeki sufilerden müteşekkil leşker-i dua (Dua ordusu), Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin huzuruna döndüler. Sultan Ahmed Mirza da, Ubeydullah-ı Ahrar’ın huzuruna varıp, kurtuluş ve saadet buldu. ( devam edecek)