Affı Destani
Mustafa Özyurt
Kardeşleri: «Yoksa sen, gerçekten Yûsuf musun?» dediler.
O da: «Evet ben Yûsuf’um, bu da kardeşim!.. Allâh bize lutuflarda bulundu. Çünkü kim Allâh’tan korkar ve belâlara katlanıp sabrederse, şüphesiz Allâh güzel davrananların mükâfâtını zâyî etmez!» dedi.
Kardeşleri dediler ki: «Allâh’a and olsun ki, hakîkaten Allâh Sen’i bize üstün kılmıştır. Gerçekten biz ise size yaptıklarımızda hatâ etmişiz.»
Yûsuf dedi ki: «Bugün size hiç başa kakma ve ayıplama yok; Allâh sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 90-92)
Bu âyet-i kerîmeler, aynı zamanda terbiye metodlarının en güzellerinden birine işâret etmektedir ki, o da, kötülüğe karşı iyilikle mukâbele etmektir. Zîrâ böylesine bir âlicenaplık karşısında ekseriyetle düşman olanın düşmanlığı son bulur; ne dost ne de düşman olan ortadaki kimse dostluğa meyleder; dost olanın ise muhabbeti artıp daha da yakın bir hâle gelir.
Âyet-i kerîmede ne güzel buyrulur: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde iyilikle önle! O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, bir de bakarsın ki, candan (samîmî) bir dost olmuş!” (Fussilet, 34)
Bu hususta Allâh Rasûlü sallâllâhu s.a.v.’den ibretli bir misâl arz edelim
Fahri Kâinât Efendimiz’in amcasının oğlu olan Ebû Süfyân bin Hâris, nübüvvetten evvel Peygamberimiz’in dostu idi. Nübüvvetten sonra ise, düşman kesilerek O’na hicviyeler yazdı. Peygamber şâiri Hassan bin Sâbit radıyallâhu anh da, bu hicviyelere cevap verirdi. Sonradan Ebû Süfyân bin Hâris, bu yaptıklarına pişmân oldu. Efendimiz s.â.v. Mekke Fethi için ashâbıyla yola çıktığında, Ebû Süfyân bin Hâris de Medîne-i Münevvere’ye doğru yola çıktı. Yolda Allah Rasûlü’ne rast geldi. Hazret-i Peygamber s.â.v., Ebû Süfyân’ın yüzüne bakmadı. Ebû Süfyân, çok müteessir oldu. Hz. Ali radıyallâhu anh’ın öğrettiği: “Allâh’a and olsun ki, hakîkaten Allah Sen’i bize üstün kılmıştır. Gerçekten biz ise (size yaptıklarımızda) hatâya düşmüşüz.” âyeti ile özür diledi.
Merhamet ve şefkat ummânı olan Allâh Rasûlü s.â.v. de Yûsuf Sûresi’nden:
“Bugün size karşı hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur. Allah sizi bağışlasın! O merhametlilerin en merhametlisidir.” meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyarak, onun ve diğerlerinin eski ayıplarını affetti.
Ebû Süfyân, müslüman olduktan sonra utancından başını kaldırıp Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yüzüne bakamazdı. (Vâkıdî, Meğâzî, II, 810-811; İbn-i Hişâm, Sîret, IV, 20-24; İbn-i Abdilber, el-İstiâb, IV, 1674)
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Mekke’yi fethedip Kâbe’ye girince o sırada Kureyşliler Mescid-i Harâm’a dolmuşlar, Kâbe’nin çevresinde oturmuşlardı. Efendimiz’in ne yapacağını merakla bekliyorlardı.
Allâh Rasûlü s.â .v.: “Ey Kureyş cemaati! Ey Mekkeliler! Ne dersiniz? Şimdi, hakkınızda benim ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu.
Kureyşliler: “Biz, Sen’in hayır ve iyilik yapacağını düşünür ve «Sen hayır yapacaksın!» deriz. Sen, kerem ve iyilik sâhibi bir kardeş; kerem ve iyilik sâhibi bir kardeşoğlusun! Güç ve kudrete kavuştun, bizlere iyi davran!” dediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm:
“Benim hâlimle sizin hâliniz, Yûsuf aleyhisselâm ile kardeşlerinin durumu gibi olacaktır. Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi, ben de: «Bugün size hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allâh sizi bağışlasın! Çünkü O merhamet edenlerin en merhametlisidir!» (Yûsuf, 92) diyorum. Gidiniz, sizler, âzâd ve serbestsiniz!” buyurdu.
Yüce Allâh o Kureyş müşriklerini eline düşürmüş, kendisine boyun eğdirmiş, yıllarca mü’minlere çektirdikleri eziyetlerin intikâmını alabilecek kudret bahşetmiş iken O Rahmet Peygamberi onları bu şekilde affetmiş ve serbest bırakmıştır. Bunun içindir ki Mekkelilere «Tulekâ: Âzâd edilmişler» ismi verilmiştir. (İbn-i Hişâm, Sîret, IV, 32; Vâkıdî, Megâzî, II, 835. Bu hâl, aynı zamanda Cenâb-ı Hakk’ın settâru’l-uyûb, yâni ayıpları örtücülük ve kusurları affedicilik sıfatının kulundaki kâmil bir tecellîsidir.
Şâir Ziyâ Paşa, Yûsuf a.s. ile kardeşleri arasındaki bu hâdiseyi şu şekilde mısrâlara dökmüştür:
Zâlimlere birgün dedirir kudret-i Mevlâ:
Tallâhi lekad âserakellâhu aleynâ
GÖMLEĞİMİ BABAMIN GÖZLERİNE SÜRÜN
Yûsuf aleyhisselâm kardeşlerine sabah-akşam ziyâfet veriyordu. Kardeşleri ise daha önce O’na yaptıklarını hatırlayarak onun bu izzet ü ikrâmı karşısında son derece mahcûb oluyorlardı. Hazreti Yûsuf’a bir adam göndererek dediler ki:
“–Sen, bizi sabah-akşam ziyâfete dâvet ediyorsun! Fakat biz, sana karşı yaptıklarımızdan dolayı Sen’den utanıyoruz!”. Yûsuf aleyhisselâm da onlara şöyle cevap verdi:
“Mısırlılar, şimdiye kadar bana hep ilk gördükleri gözlerle bakıyorlar ve «–Yirmi dirheme satılmış bir köleyi bu mertebeye yükselten Allâh’ı tenzîh ederiz!» diyorlardı. Şimdi ise sizin sâyenizde şeref kazandım. Çünkü benim, sizin kardeşiniz ve İbrâhîm -aleyhisselâm- gibi büyük bir peygamberin torunu olduğumu anladılar.”
Yûsuf aleyhisselâm, bu sözlerini fahretmek için değil, kardeşlerinin gönlünü almak, onları rahatlatmak ve mahcûbiyetlerini hafifletmek için söylüyordu. Bu hâl, O’nun affedicilik ve kerem sıfatlarının enginliğini ortaya koymaktaydı.
Kardeşlerini böylesine engin bir merhametle affeden Hazreti Yûsuf, babasının gözlerinin şifâ bulması için ona gömleğini gönderirken kardeşlerine şöyle dedi:
“Benim şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne sürün! O artık rahatlıkla görmeye başlar. Sonra da bütün âilenizi bana getirin!” (Yûsuf, 93)
“Kâfile gömleği götürmek üzere Mısır’dan ayrılınca, babaları yanındakilere:«Eğer bana bunamış demezseniz, inanın ki şimdi Yûsuf’un kokusunu alıyorum!» dedi.
Onlar da: «Vallâhi sen hâlâ eski şaşkınlığındasın!» dediler.” (Yûsuf, 94-95) (Devam edecek)