
131- TESBİH
Mustafa Özyurt
Maddi kilitlerin kendilerine münasip anahtarları olduğu gibi manevi kilit hükmünde bazı sırların da kendilerine münasip ölçülerde anahtarları vardır. Kilide göre anahtarı kullanmadınız mı muvaffak olamazsınız. Mesela sizin e- mailinizin bir şifresi vardır. O şifreyi yanlış girdiğiniz takdirde – mail kutunuza giremezsiniz. İşte bazı ilahi sırların açılabilmesi için belirli sayıda tesbihin veya salavatın çekilmesi gerekir. Bu sayı kasten çekilmez ise o ilahi sırra erişilmesi mümkün değildir. Fakat sehven yani unutarak yanlış çekilmiş ise Cenab-ı Hakkın rahmeti sizden onu kabul etmektedir. O ayrı meseledir.
Tesbihatın nasıl yapılacağı, hangi duâ ve tesbihlerin okunacağı bizzat Peygamberimiz (a.s.v.) tarafından tesbit edilmiştir. Hz. Sevban’dan gelen bir rivayete göre, Resulullah (a.s.v.) namazdan çıktığı zaman üç defa istiğfar eder, “Estafirullah” derdi.
Farz ve sünnetleri kılıp tesbihatta, önce Âyetelkürsî, İhlâs, Felâk ve Nâs sûrelerini okduktan sonra 33 defa “Sübhânallah,” 33 defa “Elhamdülillah” ve 33 defa “Allahü Ekber” denir. Sonra da, “Lâ İlâhe İllallahü Vahdehû...” duâsı okunur ve duâya geçilir.
Hadiste ve diğer fıkıh kitaplarında Âyetelkürsî okunduktan sonra tesbihe ve insanın üzerine üflemek gibi birşey yoktur. Ancak Resul-i Ekrem Efendimiz yatağa girmeden önce yukarıda geçen sûreleri okuduktan sonra avucuna üfler, elinin yetiştiği yere kadar bütün vücudunu meshederdi. Fakat tesbihat ânında böyle bir durum bulunmamaktadır.
Cennetle müjdelenen on Sahabiden birisi olan Hz. Sa’d bin Ebî Vakkas, Resulullah (a.s.v.) ile beraber bir kadının yanına gittiklerini, kadının önünde hurma çekirdekleri veya çakıl taşları bulunduğunu ve kadının tesbihi onlarla saydığını bildirdikten sonra, Resul-i Ekremin bu kadının hareketine müdahale etmediğini söylemektedir.
Peygamberimizin bu hareketi sünnetin bir başka nev’i olan takrirî sünnete girmektedir. O hareketi hoş karşıladığını göstermektedir. Diğer taraftan Hz. Ebû Hüreyre’nin, tesbihini bir ipliği düğümleyerek yaptığı da rivâyet edilmektedir. Bugünkü şekliyle kullandığımız tesbih ise ancak Hicrî beşinci asırda yaygın hale gelmiş bulunmaktadır.