Mükremin Kızılca

Zeynep ve Zeliha

Mükremin Kızılca

Fatma teyze, o gün de Zeynep'i ve Zeliha’yı davarın başında sulamaya göndermişti.

Zeynep ile Zeliha eşeklerine binip sürünün önüne geçtiklerinde iki kelime söylemeleri ile bütün sürü tek sıra arkalarına dizilirdi. 

Zeynep 18, Zeliha 13 yaşlarındaydı. İki kız kardeş eşeklerine sırayla hatta bazen ikisi birden binerler ve sürülerinin önüne düşerler üçpınar'a kadar gelirlerdi.
 
Üçpınar ve çevresinde, kayaların, öne olan doğal çıkıntılarının önünü kapatıp eve dönüştürmüş olarak yaz boyu yaşayan aileler vardı. Bu derin kaya gölgelerinin bulunduğu doğal alanlara eğrik ve eğme derlerdi. 

Üçpınar'ın üç tane teknesi vardı, belki bu yüzden Üçpınar denilmişti ancak pınar tekti o da serçe parmağı kalınlığında bir su akıtan ağaç bir oluktu. 

Bu ağaç oluk gece gündüz hiç durmadan aktığı için “damlaya damlaya göl olur” misali üç tekne her sabah dolu olarak görülürdü. 

Asılları ağaç olan tekneler teknolojiye yenik düşüp betona çevrilmişti. Akıntı olmadığından dipleri yarım karış yemyeşil yosunla kaplıydı. 

Sabahın serinliğinde ve öğlen sıcağında bütün kuşlar, çevredeki serçeler buraya su içmeye gelirdi. Bu serçeler buranın daimi üyeleri: kaya serçeleri, torgaylar, kuyrukkakanlar ve kır serçeleriydi. Burada bazen hiç görülmemiş kuş türleri de ortaya çıkardı. Su ihtiyaçlarını görünce nereye giderler bilinmezdi. Serçelerin tekneleri boş bulurlarsa döne döne duş almaları bakanlara doyumsuz bir keyif verirdi.

Üçpınar'a yaklaştıklarında Zeynep eşekten indi ve Zeliha'yı tek başına bindirdi. 

Pınarın başındaki sürülerini sulayanları gördüklerinde hayâ ile yürümeye ve ağır ağır yaklaşmaya başlamışlardı.

Pınarın başında üç sürü vardı. Bu üç sürü Zeynep'in sürülerinin kat kat üstünde kalabalıktı. Bir nevi sürüler sulanmak için kuyruğa girmişlerdi. Zeynep'in sürüsü bu durumda en gerideydi. 

Üç sürünün çobanları Zeynep’i görünce bir araya gelip bir şey konuşmaya başladılar. 
Aralarındaki konuşma bittikten sonra kısa boylu olan Zeynep'e baktı.

Zeynep'in sürüsü zaman zaman ön taraftan pınara doğru hamle yapıyordu ancak Zeynep'in elindeki çıpkıyı “kişştt” diye saya çarpmasıyla duruyorlardı.

İlk büyük sürü sulamayı tamamlamıştı, çoban sürüyü pınarın doğu tarafına doğru sürdü.

Diğer iki çoban sürülerini pınara yaklaştırmadan sağda ve solda toplayarak aradan bir koridor açtılar. 

Çobanlardan birisi Zeynep'e doğru geliyordu. Zeynep neler olduğunu tam olarak anlamıştı. 

Çoban ona “bacım davarını sür, bizimkiler daha çok, sen sula da obana dön” dedi. 

Zeynep öne geçip sürüsüne seslenince sürüsü tek sıra olarak beşerden 15 metre uzunluğundaki üç tekneye yanaştılar.  Karşılıklı iki sıra halinde kana kana sulandılar.  

Zeynep çebiçlerin, yazmışların gerisinden baktığı zaman karınlarının her yudumda ağır ağır şiştiğini hissedebiliyor, görebiliyordu. Çünkü davarlar günde bir defa su içmek için buraya getiriliyordu, yaklaşık obanın olduğu yer buraya iki üç kilometre idi. 

Davarlar tamamen sulandıktan sonra Zeynep elindeki cıpkıyı tekrar teknenin kenarına şaklatarak “giççeeh”” diye davarların manga komutanı olan iri çebice yürü işaretini verdi. 

Bu arada Zeliha ablasından ayrılarak elindeki su kabını doldurmak için oluğun başındaydı. Kısa boylu çoban İbrahim, Zeliha’ya su içecek gibi yaklaşarak “bu kâğıdı ablana ver, kimseye bir şey söyleme” dedi. Zeliha kâğıdı şalvarının cebine koydu.  

Davarlar yola düzülünce Zeynep geriye dönüp kendilerine yol açıp öncelik veren çobanlara diliyle ve başıyla teşekkür etti. 

İbrahim artlarından seslenerek:  “Fatma teyzeye selam söyle, Zeynep” dedi. 
Zeynep bu genci hiç görmemişti, kim olduğunu iyice meraklandı ve arkasından gelen, çobanın sesi ile anladı. 

“Ben Topal Mustafa'nın oğlu İbrahim” 

(Devamı var) 

Yazarın Diğer Yazıları