
Yellibelde Yatan Siz misiniz?
Mükremin Kızılca
1970’lerden Konya Hatıraları 5
Etrafımız kardı, ancak olduğumuz yerde erimişti, ama ıslaktı çekmelerin üzerine onu sererek yattık, çocuklar hemen uyudular.
Ama ben üşüdüğümden uyuyamadım, bir de sorumluluk vardı, gözüm uyku tutmadı, titriyordum, böylece saat gece on bire gelmişti, sığır ininin olduğu karşımızdaki yamacın üstünden ay dede tam bir dolunay şeklinde doğdu.
Ortalık gündüz gibi şavkarmıştı.
Böyle durumlarda ya bağırarak kendini ihbar edeceksin ya da susarak sineceksin, ben bağırmayı tercih ettim ve az yukarı çıkarak etrafta çoban olup olmadığını anlamak için bağırmaya başladım. İn cin yoktu. Bu işin maddi yanıydı, manevi tarafı ise Allaha sığınmaktı.
Çocuklar uyurken kar ile abdest aldım, namazdan sonra 80 metre etrafımızı “Tarık” suresini okuyarak “kurtağzı” bağladım. Sonra gelip yanlarına yattım, ben de uyuya kalmışım.
Uyandığımda sabah altı sularında gün ağarmaya başladı, çocuklar da uyandılar, çocuklar birer tepeye çıkarak bir insan görmeye çalışalım dedim, öyle yaptık ve bir taraftan da Balkusan tarafı sandığımız yana doğru ilerliyorduk.
Üst yandaki kayada bir sıvacı / gök güdük çığlık çığlığa bize selam veriyor, bir Ala serçe de endamlı tavrıyla önümüzde süzülerek uçuyordu.
Benim gittiğim tarafta tepede bir adam belirdi: bir omzunda tüfek diğer omzunda çantası vardı, bir avcıydı kesin, kendisine yaklaşınca çocuklara bağırarak oraya gelmelerini sağladım.
Adam bizim Yellibel tarafından geliyor olmamıza çok şaşrımıştı:
- İn misiniz cin misiniz?
- İniz!
- Nereden geliyorsunuz?
- Aladağ’dan, Adadan
- Benimle dalga mı geçiyorsunuz? Adadan erden çıksanız bile şu saatte İhsaniye’ye ancak gelebilirsiniz
- Biz erden çıkmadık ki dün öğlen çıktık!
- İhsaniye’de yattınız öyleyse!
- Hayır, burada yattık!
- Burada nerede? Yörük obası desek daha onların gelmesine çok var?
- Hemen şu yamaçta yattık.
- Buna inanmam mümkün değil.
- Kimlerdensiniz Adada?
- Bu ikisi Adalı Köse kerimin oğlu Hakkı ve Zekinin oğlu Mustafa!
- Ben Gargaralıyım, Teke Hüseyininin oğlu Mükremin.
- Ben de Türbeden Molla Hüseyinin oğlu Tahsin derler, babanı iyi tanırım: Türbeye sık sık gelirdi, bizlere şeker verirdi.
Ben de av için çıkmıştım burada yattığınıza göre siz hem üşümüşsünüzdür hem de açsınızdır.
Tahsin amca bize çantasındaki yufkaları ve haşlanmış patatesleri verdi, birer çomaç yapıp yedik. Bize: Balkusan’a varınca benim ev giriştedir, doğru oraya varın! Yengeniz size gerekeni yapar, dedi.
İlk tepeye vardığımızda aşağıda Balkusan görünüyordu, buraya adını veren türbe de mezarlığın ortasında 750 yıldır gelip geçeni karşılıyor ve Fatiha bekliyordu.
Son yamaçta karın eridiği yerlerden geven söken bir amcayla da aynı konuşmaları tekrarladık o da inanamadı ve bize evini yukardan tarif ederek doğru oraya varmamızı tembihledi.
Biz molla Hüseyinin Tahsin’in evine vardık, selamını söyledik, yenge bizi hemen içeri aldı, maceramızı anlatınca, hemen bir patates kavurdu tereyağında yedik, bize diğer odada yatak yapıvermiş: geçin iyi bir uyku çekin dedi.
Öyle yaptık. Öğleye doğru uyandık ablaya kelimelerle teşekkür ettik. Evden çıkarken içimizden: böyle bir misafirperverlik hem de ilk karşılaştığın insanlara dünyanın hiçbir yerinde yoktur, bu ancak İslami ruhla canlanmış Türk milletinde vardır, diye düşündük.
Kadim baba dostumuz Fettah amcanın evine vardık, Düriye teyze ve Fettah amca kesinlikle sığır ininin yanında açıkta yattığımıza inanmadılar. Bir müddet burada oturduktan sonra oğulları Cemal ile beraber Tolbunar’a kadar geldik, Cemal geri döndü.
Biz de 1966 yılında bir defa 10 yaşındayken geldiğim bu yolu izleyerek Güneyyurt / Gargara’ya ulaştık.
Misafirlerimizi Mut üzerinden Karaman’a uğurladıktan sonra çarşıya indim: beni gören ve tanıyan herkes tek şey sordular:
Yelli belde yatan siz misiniz?